180. Today in 1920s Turkey: May 1926 (A Photographer’s Journey from Amateur to Pro)
(Article by Photographer Namık, Aylık Mecmua or “The Monthly Digest,” May 1926, no. 2, pages 13-16. Pages arranged from right to left.)
Comments:
Turkey witnessed a proliferation of illustrated gazettes in the 1920s. These weekly, bi-weekly, and monthly periodicals published many vivid photographs to expose their readers to a cornucopia of images from around the world—fueling the reading public’s interest in photography as a medium of visual communication.
Operating at the height of this photography boom, Istanbul-based Aylık Mecmua (“The Monthly Digest”) featured an article by a guest contributor, Photographer Namık, in its May 1926 issue. Spread over four pages, the article details the author’s six-year journey into the field of photography. Photographer Namık pairs a conversational narrative style with informative content, including four photographs and numerous entertaining anecdotes relatable to even today’s professional photographers, novices, and enthusiasts. His narrative offers readers a humorous and self-deprecating but nevertheless heroic and romanticized account of the photographer’s struggle. Most striking is Namık’s intimate relationship with his camera and how it evolves and develops as he becomes increasingly familiar with his craft. By providing a first-hand account of a photographer’s experience of advancing from amateur to professional in Turkey, this piece sheds light on the profession at an early and lively stage of the medium’s history in a non-Western, Muslim context. As such, this work constitutes a key document in revealing common attitudes and behaviors surrounding photography in 1920s Turkey.
This article was originally published in Ottoman Turkish. The below text includes the modern Turkish transcription and my English translation of the article so as to make it accessible to the broadest possible audience. Pictures of the original article and its accompanying illustrations are also included below. This issue of Aylık Mecmua comes from the Hakkı Tarık Us Collection at the Beyazıt State Library in Istanbul. It is available through the collection’s online portal (found here.) As a remote researcher, I am grateful for the joint efforts of TUFS and the Beyazıt State Library in digitizing and facilitating access to this collection.
Buyurun and enjoy.
Türkçe
Nasıl Fotoğrafçılık Yapıyorum?
Şimdi hayatımı makinemin dostluğuna istinad ederek kazanıyorum. Gerçi bir günlük hayatımın tarihçesini ifade için fazla yorucu bir sa’yı ve karşılanan hesapsız müşkilatı da zikretmek icab eder. Fakat ben her gün, sabahın en erken zamanından, ekseriya gecenin en geç saatine kadar devam eden bu mücadelenin netayicinden memnunum.
Muharriri: Foto Namık
Ne yapalım, düşüncelerin fotoğrafını almak henüz mümkün değil ki size hatıralarımı rötuşe bile ihtiyaç hissetmeden takdim edebileyim.
Maamafih , altı sene evvel, düşüncelerin fotoğrafisini almak imkanı bulunsa idi bile, size meramımı doğru dürüst ifade edemeyecektim.
Altı sene evvel, benim fotoğraf makinesini ilk defa elime aldığım zamana tesadüf eder.
O zamanki, çıkardığım her resim ailemiz afradını zor bir bilmece-yi halli kadar meşgul ederdi.
Babam kağıdı evirir, çevirir:
“Adam resmi olacak, ama kim acaba?” der, annem camını tedkik eder: “manzara!” olduğunu söyler, büyük valide komşunun tekir kedisine benzetir, hizmetçi:
“—Bir tasvir ama, ne desem, ağaç mı desem, saksı mı desem, kulübe mi desem…” diye bir sürü ihtimalleri ileri sürer, ne dersiniz, kardeşim bile kendi resmini tanıyamazdı!
Ben sabır edemeyip de resmin kardeşimin fotoğrafı olduğunu haber verdiğim zaman—beni teselli için olacak! – bir az andırdığını tasdik edenler bulunur; fakat büyük valide, behemehal komşunun tekirine benzediği iddiasını da ısrar eder dururdu.
Evimize giren bu ilk fotoğraf makinesi kardeşime aitti:
Çalıştığı mağazanın patronu kendisine bayram münasebetiyle ufak bir ikramiye vermiş, evde laaletayyin bir hevesin tatmini tarzında küçük bir fotoğraf makinesi satın almış.
Biraderin bu hareketini hepimiz hayretle karşılamış, hatta biraz da iktisad fikrine muhalif addederek küçük bir münakaşa zemini açmıştık.
Bu vesile ile, o akşamki kış gecemiz en çok alakayı celb eden bir mevzu üzerinde geçirilmiş oluyordu. Evimize bir fotoğraf makinesinin girmiş olması mühim bir hadise teşkil etmişti!
Tecrübelere ertesi geceden başladık, aile halkı odanın ortasındaki masanın üzerine yerleştirdiğimiz kırmızı fenerin etrafına dizilir, küvetteki camın ne hal alacağını tedkik ederdik.
Günler geçtikce bazen hayret, ekseriya infial ile karşıladığımız hatalar sıklaşıyordu.
Zaman olurdu ki, iki kardeş, bu anlaşılmaz davanın içinden çıkamayacağımızı görerek hevesimizden vaz geçmek bile isterdik; fakat tesadüfen elimize hatasız olarak geçirdiği yeni bir klişenin verdiği cesaretle, hemen canlanır ve badema kemal maharet ve isabetle fotoğraf çıkarabileceğimize kani olurduk.
Fotoğraf çekmek merakına bu şekilde sarıldıkdan sonra can sıkıcı devre başladı. Resmini almak istediğim mevzular değişir, makineyi kullandığım zaman ve mekandaki ziyanın miktarı ve istikameti tehalüf ederdi.
Resmi alırken, camı banyo ederken, klişeyi kağıda basarken öyle içinden çıkılmaz zannettiğim muammalar karşısında kalırdım ki, bu müşkiller bendeki fotoğraf alakasını yavaş yavaş izale ediyordu.
Sonradan anladım ki, öğrenmiş bir zatın refakatını temin edebilse idim, birçok kimseleri fotoğraf merakından soğutan bu nevmidiye düşmeyecektim.
Fotoğrafı ilk tanıdığım günden bir sene geçmiş ve bezginliğim o mertebe ziyadeleşmişti, fakat ikinci bir tesadüfün uyandırdığı rabıta tekrar bu zevk ihtiyacını tevlit etti:
Fotoğraf meraklısı bir arkadaşıma—ki şimdi İstanbul’da çok meşhur bir fotoğaf müessesesinin sahibidir—fotoğrafçılığa dair eserler tercüme ediyordum.
Bu eserlerden aldığım fikirleri faaliyet sahasına nakletmek hevesiyle, artık tam bir fotoğraf heveskarı oldum, hem yalnız heveskarı değil, git gide aşığı..
Makinem zevkli bir emel uğrunda müteheyyic yaşamak ihtiyacını öyle güzel, o derece kuvvetli tatmin ediyordu ki...
Bu zevk ve heyecan bugün de aynı kuvvetle devam ediyor. Bu zevk ve heyecan ki, mesleğimin yorucu hizmetlerinden beni usandırmayan odur, izdırap ve mesai ile mahmul hayatımda ümidbahş bir şu’le kadar müessirdir.
(Foto Namık Bey)
Fotoğraf, cevanmerd bir arkadaş kadar kıymetlidir. Hatıralarınızı size pilakanızın üstünde, ömrünüzün sonundan daha çok sonraya kadar saklar. Albümünüzü te’lif edebildinizse hayatınızın en zengin tarihine sizi malik eder.
Fotoğraf makinesi ile yakalanan bir enstantanenin zevkini teşhis için, mesela masallarda olduğu gibi, define bulan bir insanın sarurunu tahayyül ediniz!
Yazın bir tenezzühe giderken vapurunuz yanından birden bire bir motor geçer; güneşin o kavurduğu gölgeler, bırakdığı köpüklerin parıltısı ve daha birçok güzelliklerden müteşekkil bir tablo önünüze serilir.
Ne yazık ki o esnada makineniz kapalı olarak yanınızda uyumaktadır ve daha siz hazırlanmaya başlarken manzaranın şiiri kaybolmuştur.
İşte, meraklı bir fotoğrafçıyı makinesi her zaman elinde ve ateşe mahya bir silah gibi taşımaya sevk eden sebeplerden en mühimi!
Bir zaman oldu ki, benim fotoğrafa olan rabıtamı , meclubu olduğu bütün güzellikleri [عدسه مه “lensime”] geçirebilmek iptilamı , makinem de mukabelesiz bırakmıyordu. Gün geçtikçe birbirimize ısınıyorduk.
Bu yakınlığa olan itimadın sevki iledir ki, memuriyetimden istifa ettim ve hayatımı mini mini makinemin dostluğuna istinad ederek kazanmaya atıldım.
(Muvaffak olduğum resimlerden biri: sünnet düğünü)
İşte uzun aylar var ki maişetimi bu tarzda kazanıyorum; gerçi bir günlük hayatımın tarihçesini ifade için fazla yorucu bir sa’yi ve karşılanan layuad ve layuhsa müşkilatı da zikretmek icap eder.
Fakat ben her gün, sabahın en erken zamanından, ekseriya gecenin en geç saatine kadar devam eden bu mücadelenin netaicinden memnunum.
Hatta diyebilirim ki, mesaiden gaztemin on binlerce kariyi de memnundur; çünkü gazetede intişar eden fotoğrafilerin , kendilerine takdim edilebilecek bir şekilde olması için azamı i’tina sarf edildiğini sezmişlerdir.
Bir gazete fotoğrafçısının nasıl ve ne şerait altında çalışması lazım bir insan olduğunu daha iyi anlatabilmek için onun gazetesinde, arada sırada muhatab olduğu sual ve ahtarlardan birkaçını, şöylece zikretmek kifayet eder:
“—Fatih’te bir ev yıkılmış, Paşabahçe’de define bulunmuş, Aksaray’da bir evi cinler basmış, rica ederim dün siz çalışmadınız mi?”
“—Bisikletle devir-i aleme çıkan Viyanalı şehrimize gelmiş, bizde resmi yok!”
“—Cuma münasebetiyle bazı resimler almanızı dün deftere yazmıştık, okumaya vaktiniz olmadı galiba!”
Görüyorsunuz ya aziz kariler, Fatih’te ev yıkılır, Aksaray’da bir evi cinler basar, Paşabahçe’de define bulunur. Bunlardan fotoğrafçının malumattar olması ve hadisenin derhal resmini alması lazımdır.
Gerçi heyet-i tahririye müdürleri de sizin ve benim kadar bilirler ki: Ev, yıkılacağı zaman, bana telefonla malumat vermez, cinler de, Aksaray’da bakkal Kemal Efendi’nin evini basmadan evvel bana taahhütlü bir mektup göndermez, define de:
“—Ben yarın Paşabahçe’de filan arsanın ortasındaki kuyunun yanında çıkacağım” diye bir gece evvelden rüyama girmez.
Buna rağmen—atladığım hiçbir iş yoksa bile—Cuma münasebetiyle bazı resimler almadığımı bana hatırlatmak vazife icabatındandır. Bu gibi ahtarat bazen gazetelerde “medar-ı teşvik” addolunur.
Halbuki fotoğrafçının işini eksik getirmesi ekseriya vazifesini ifa ettiği sırada gayrı muntazar bir yanlışlığa maruz kalması veyahud manzaranın ani bir surette kaybolması gibi sebeplerden mütevelliddir.
Mesela, köprüden geçiyorsunuz. Nagehzuhur bir fırsatı fevt etmemek için makinenizi de hazırlamışsınız. Bu sırada Karaköy cihetinden gelen bir otomobil elinde tablasıyla giden ihtiyar bir simitçiye çarpıyor.
Simitçi, kendisine, otomobilin ancak çamurluğun ucu değdiği için kazayı hafif savuşturmuştur; fakat tablası havaya fırlamış, simitler yere dökülmüştür. Bu sırada [اوپتوارتورک] düğmesi üzerindeki parmağınızdaki harekete gelmiştir.
Hadise, makinenizdeki ayara uygun bir mesafede cereyan etmiş olduğu için, emin ve müsterihsiniz : biraz sonra elde edeceğiniz klişeyi düşünerek; talinizin bu tebessümünü heyecan ve neşe ile karşılıyorsunuz.
Hatta, merakınızdan gideceğiniz işi bile bir müddet te’hir ederek atöliyeye döndünüz. Karanlık odanızdasınız, camı banyo için küvete attınız.
Hay aksi şeytan hay!
Ne otomobil, ne simitçi, ne de tablası var!.. acaba şasenizin kenarından ummadıgınız kadar ince bir ziya huzmesi mi girdi?
Hayır!...
Enstantaneyi yakaladığınız saniyede önünüze dikilmiş olan hamalın ensesi, hadiseyi tespite mani olmuştur!
(Nadir tesadüf eden bir muvaffakiyet: iki sene evvel Rus [hata: Romanya?] milli takımının kalesine gol yapılırken aldığım bir enstantane.)
Hiç unutmam, iki sene kadar evvel galiba, İstanbul’a Romanya milli takımı gelmişti. Bu takım Türk milli takımı ile çarpışıyordu.
Birinci halef-taym’ın yarım saati geçmiş, ben gözlerim vizürde, canlı bir sahne zapt edememiş olduğum için sinirli, bekliyordum.
Henüz adesemden geçiremediğim enstantanenin kısmet olup olmayacağında mütereddid gibiydim top da tamamen inat ediyordu. Sanki bulunduğum noktanın tamamen mukabil ucunda dolaşıyordu.
Hakimin keskin düdüğü birdenbire çınladı. Roman kalesi önündeki musaraa durdu.
Roman kalesi aleyhine bir ceza vuruşuna hükmedilmişti, ben ne ceza vuruşunu, ne de başka şeyleri düşünüyordum. Benim heyecanım binlerce seyircinin hiç birisindekine benzemiyor! Adesemi cezaya maruz kaleye tevcih etmiş bekliyordum:
Hakimin ikinci bir düdüğü ile serbest vuruş kaleye gönderilmişti ki, parmağım [اوپنوراتورک] düğmesine dokundu.
Bu sırada topun kaleden içeri girdiğini ve kalecinin yere yuvarlandığını görmüştüm, iki ihtimal zihnimde canlandı:
Parmağımı bir saniyenin bilmem kaçta biri kadar bir te’hirle tahrik etmek yüzünden resmin en canlı safhasını kaçırmış mıydım?..
Yoksa hesapta yanılmayarak, müstesna bir kompozisyon elde etmiş miydim?
Bu iki ihtimal zihnimi o derece kurcalamıştı ki, asabımın yorulduğunu hissederek daha fazla kalamamış, makinemi kapayarak sahayı terk etmiştim.
Ben fotoğraf merakını, küçük bir tebessümü için aşıkını halecan ve heyecan ile peşinde koşturan, kavuşmuş ve ya kaçırmak merakıyla çıldırtan bir sevgiliye benzetirim.
Fotoğraf makinesini ilk tanıdığım günden beri altı sene geçti. Ben bu mini mini sevgiliye gün geçtikçe mütezayid bir alaka ve heyecan ile sarıldım.
Fotoğrafçılıkta tamamen muvaffak olduğum resimlerim oldu, fakat en hurde bir hata ile zayi ettiğim kıymetli hatıralar da mühim bir yekun donar.
Ben, bir hiç yüzünden üful eden bu kıymetli hatıraların tesbit edilmemiş olması karşısında ne kadar mütesir isem, tamamen muvaffık olduğum resimlerim için de o derece memnun ve müftehirim.
Mesai ve iztirab ile mahmul günlerin hemen hemen yegane zevkini, bu eserlerimin karşısında onları uzun uzun tedkik ve temaşa ile geçirdiğim dakikalar temin ediyor.
Her son çıkardığım camı banyo ederken, ilk aldığım camın küvetteki hali gözümün önüne geliyor. Bu mukayesenin verdiği netice şu: artık bu sevgili ile birbirimize pek de o kadar yabancı değiliz. Fakat tamamen ve her zaman dost muyuz?
Buna—bütün meslekdaşlarım gibi ben de—evet diyemeyeceğim. Çünkü bu mini mini sevgili insanın en ümit etmediği bir noktada muazziblik etmek ittiyadından bir türlü vazgeçmiyor!
(Page 13. Opening page to article. Caption on bottom photograph: Photographer Namık Bey)
English
How Am I Doing Photography?
Now I make a living by relying on the friendship of my machine. Although, in order to express my short life’s history, it would also be necessary to enumerate the many cumbersome endeavors and the countless difficulties encountered. But I am happy with the results of this struggle which begins every day from the early morning until, usually, the late hours of the night.
Author: Photographer Namık
What can we do? It is not possible to photograph thoughts yet so that I can present my memories without the need for retouching.
Yet, six years ago, even if there was the opportunity to photograph thoughts, I would not have been able to properly express my motives to you.
Six years ago, coincides with the time I first held a camera in my hands.
At that time, every picture I developed would preoccupy our family members like a difficult, analytical puzzle.
My father would rotate the card over and over:
He would say, “It’s got to be a picture of a man, but who?” My mother would examine its glass and say, “It’s a landscape.”
Grandmother would liken it to the neighbor’s tabby cat, (whereas) the housemaid would put forth a lot of possibilities:
“— It’s a picture, but what should I say, (is it) a tree, a vase, a hut…”
Words fail me, even my brother would have been unable to recognize a picture of himself!
When I got impatient and informed them that it was a picture of my brother—perhaps for the sake of consoling me—some acknowledging that it resembled him a bit could be found; but Grandmother, no matter what happened, would keep insisting on her claim that it looked like the neighbor’s tabby.
This first camera to come into our home belonged to my brother:
The manager of the store in which he worked gave him a small bonus on the occasion of the holiday, (and) he purchased a small camera in the vain of satisfying a random whim at home.
We had all responded to this, my brother’s action with astonishment, in fact this had even opened grounds for a minor argument against his idea.
On this occasion, our winter night was spent on a matter attracting the most attention. A camera entering our home had constituted an important event!
We began our experiences the previous night. Members of the family surrounded the red lantern that was placed on the table at the center of the room and examined the status of the glass in the basin.
As the days passed the mistakes we encountered—sometimes with astonishment, but usually with indignation—increased.
At times, two brothers, seeing that we cannot escape this inscrutable cause, we even wanted to give up on this ambition; but we would immediately become reinvigorated with the courage afforded (to us) by a flawless cliché that would, by chance, fall into our hands, convincing us that henceforth we would be able to take and develop photographs with perfect marksmanship and skill.
After embracing this fondness for taking photographs then the tedious stage began. The subjects that I wanted to photograph would change, the time (of day) I used the machine, the amount of light at the location, and its direction would each vary.
I would be faced with such seemingly inescapable puzzles while taking the picture, bathing the glass, and pressing the cliché to the card that these difficulties were gradually diminishing my interest in photography.
I understood after the fact that had I been able to procure the companionship of a knowledgeable person, I would not have fallen into the same despair that alienates so many from photography.
A year had passed since the first time I got to know photography and my weariness had accrued to that extent, but the connection awoken by a second coincidence revived this necessity of enjoyment:
I was translating works regarding photography for a photography-enthusiast friend who (incidentally) is now the owner of a very famous photography establishment in Istanbul.
Now, with the enthusiasm of someone who could apply the knowledge gleaned from these works in the field, I became a complete amateur photographer—and in fact, not just an amateur, but a lover of it.
My machine was satisfying the need to live (life) excited by a commitment to an enjoyable purpose so well and with such force that…
This enjoyment and excitement continue even today with the same force. This enjoyment and excitement, which is what keeps me from growing weary of the exhausting demands of my profession, is as effective as a flash of hope in my life loaded with agony and work.
A photograph is as precious as a noble friend. It stores your memories on a plate for you until the end of your life and long after. If you have been able to compile your album, it will afford to you your life’s richest history.
In order to recognize the enjoyment of a snapshot captured with a camera, for example, in fairytales, just imagine the joy of a person who found a treasure!
You are going out on a ferry in the summer and a motorboat suddenly passes you by; a picture unfolds before you composed of sun-scorched shadows, the sparkling foam trailing the boat, and many other beautiful things.
Unfortunately, at that moment your camera is off and asleep by your side and while you are still only starting to prepare, the scene has lost its poetry.
Behold, one of the most important of reasons a photographer is consigned to (a life of) always carrying a camera in hand, like a gun, ready to shoot!
After some time, my camera, too, would never fail to reciprocate my commitment to photography, that is, my addiction to recording with my lens all the beautiful things to which it was drawn. With each passing day we were growing closer to one another.
Motivated by the trust in this closeness, I quit my job and set off to earn a living with the companionship of my tiny machine.
(Page 14. Photograph's caption: One of my successful pictures: A circumcision party.)
There are long months at work in which I earn my living in this fashion; though, in order to express the history of my short life, it would also be necessary to enumerate the many cumbersome endeavors and countless difficulties I encountered.
But I am happy with the results of this struggle, which begins every day from the early morning until, usually, the late hours of the night.
In fact, I can say that my paper’s tens of thousands of readers are also happy with the work; as they have probably perceived the great care invested in the photography printed in the gazette to make it presentable to them.
In order to better explain the kind of person a newspaper photographer must be and the conditions under which they need to be able to work, suffice to recite some of the questions and perils they are occasionally subjected to at a newspaper:
“—A house in Fatih has collapsed, a treasure was found in Paşabahçe, djinns are haunting a house in Aksaray, I beg of you, did you not work yesterday?”
“—The Viennese who embarked on a world tour with a bicycle has come to our city, but we don’t have a picture!”
“—Yesterday we wrote you a note to take some pictures on the occasion of (it being) Friday, you must not have had a chance to read it!”
As you can see dear readers, a house may collapse in Fatih, djinns may haunt a house in Aksaray, a treasure may be found in Paşabahçe. A photographer must be aware of these and take pictures of the events immediately.
Although the heads of editorial boards know as well as you and I that: when a house is about to collapse it will not inform me by telephone, and djinns will not send me a registered letter prior to haunting shopkeeper Kemal Efendi’s house, and a treasure will not enter my dreams the night before to say:
“—Tomorrow I am going to come out in Paşabahçe next to the well in the middle of such-and-such field.”
Despite this—even if there is not a single assignment I skipped—reminding me that I did not take some pictures for the occasion of Friday is among the job’s necessities. These kinds of perils are sometimes deemed “a means of encouragement” by the newspapers.
Whereas a photographer submitting incomplete work is usually caused by reasons like an unforeseeable error occurring as the assignment was being carried out or the sudden disappearance of a scene.
For instance, you are crossing the bridge. You have also prepared your machine so as to not miss any unexpected opportunities. At this moment an automobile coming from the direction of Karaköy hits an old simit-seller walking along with his tray (of simits).
With only the automobile’s fender grazing him, the simit-seller has barely evaded the accident; but his tray has flung into the air and the simits have scattered on the ground. At this moment your finger, which is on the operating button, has come alive.
Because the event took place at an appropriate distance for your camera’s (current) setting, you are confident and at ease: thinking about the cliché you are about to obtain you welcome this, the smile from your good fortune, with excitement and joy.
Out of curiosity, you even postpone the assignment you were originally pursuing to return to your studio. You are in your dark room, you toss the glass into the basin for the bath.
Damn it!
Neither the automobile, nor the simit-seller, nor his tray are there! Could an unexpectedly thin ray of light have entered through the frame?
No!
At the second you captured the snapshot, the back of the neck of the porter who was standing in front of you prevented you from recording the event!
(page 15. Photograph's caption: An achievement of rare coincidence: A snapshot I took of a goal scored on the Romanian national team from two years ago.)
I will never forget, maybe about two years ago the Romanian national team had come to Istanbul. This team was colliding with the Turkish national team.
Half an hour had elapsed in the first halftime, my eyes are at the vizor, I am waiting angrily because I had yet to capture a live scene (from the match).
It was as if I was doubtful whether or not it was even my destiny to fix to my lens the snapshot I was (at the moment) unable to capture and the ball was being completely stubborn. It seemed like it kept roaming around the exact opposite point from where I was standing.
Suddenly the referee’s whistle rung. The struggle in front of the Romanian goal stopped.
A penalty shot had been ruled against the Romanian goal, but I was neither thinking of the penalty shot nor anything else. My excitement did not resemble that of any of the thousands of people in the audience! Having turned my lens to the penalized goal post, I laid in wait:
With the referee’s second whistle the free kick was delivered to the goal and my finger pressed the operating button.
At this moment I saw that the ball had entered the goal and the goal keeper had tumbled to the ground and two possibilities played out in my mind:
Had I missed the event’s most lively stage because my finger had lagged in reacting by a fraction of a second?
Or having not erred in my calculations, had I managed to procure an exceptional composition?
These two possibilities had irritated my mind so much that, feeling my nerves were exhausted, I was unable to stay any longer. I turned off my camera and left the field.
I compare enthusiasm for photography to a beloved who makes the lover pursue them with anxiety and excitement for the promise of a smile or drives the obsessed lover mad with dreams of uniting with or abducting the beloved.
It has been six years since the first day I met a camera. With each passing day I have embraced this tiny lover with ever-increasing interest and excitement.
I have had some pictures that are completely successful examples of photography, but the precious memories I have lost with the smallest mistake abound, too.
But as upset as I am over the unrecorded memories that have died due to trivial (mistakes), I am that much pleased and proud with my successful pictures.
The sole pleasure these work- and agony-filled days provided were the times I spent with my work, examining and contemplating them at length.
Still, every time I prepare a glass bath, an image of the first glass I ever prepared in a basin comes before my eyes. The result of this comparison is this: this beloved and I are no longer strangers to one another. But are we always, completely friends?
Like all of my colleagues, I will not be able to say yes to this. Because this tiny beloved somehow never gives up the habit of tormenting a person at the most inopportune moment!
(Page 16. Bottom third and end of article.)
Like what you see? Follow the “Today in 1920s Turkey” Steemit account @yasemin-gencer, or follow me on Twitter to receive notifications for new posts @1920sTurkey.
Merhaba bir sorum olacaktı. Steemitte bulunanların büyük bir kısmı Hive Blog platformuna geçti. Ne düşünüyorsunuz bu konuda sizce geçmeli miyiz?