Sci-Fi Story: Photography Trip (English/Turkish)

in #story6 years ago

I woke up early in the morning. I quickly got out of bed, washed my face, stuffed a handful of nuts in my mouth, drank a glass of water, took my camera and hurried out of the house.

The night before, accompanied by strong wind and forked lightning, the rain cleared the air. The weather was suitable for photographing, and I was determined to take this opportunity efficiently. I pulled the fresh air into my lungs as I drove my motorcycle to Sapanca. The atmosphere on the horizon had not yet begun to illuminate, and I wanted to take a photo of the time of dawn in Sapanca, so I crippled the motorcycle's gas.

I reached the mountainous area north of Sapanca lake when the air was illuminating. The sky was so clear that in the twilight of the morning, the mountains behind the lake were clearly visible. The ambush on the lake gave the view a mysterious atmosphere. I decided to take a few shots to avoid being idle, even though the light was still insufficient. As soon as the image was sharpened, an S-shaped object appeared on the viewfinder of my camera. In the ambush of the lake, it was standing in the air, and suddenly it grew incredibly large and covered the whole image. I lifted my head from the machine and looked at the lawn in front of me. In front of me was a car size of a vehicle in the same color and pattern as the lawn. It was so well camouflaged that I wouldn't have noticed it if I hadn't seen it approaching me.

My first reflex was yelling, “Get your car out of there, you're closing my photo angle.”

I was so pissed off that I walked through the vehicle. When I touched the vehicle that didn't have a door or window, I panicked and ran back. The surface that I touched not only fall in but fluctuated when I pulled my hand. I just sat on the bike and turned the ignition to escape, so the devil poked. These soft-ship aliens could not abduct me from my hometown.

I called the155 police emergency line, the system automatically transferred me to the 156 gendarmerie emergency line. The young man I spoke told me they'd send a team right away, even though he didn't believe what I said. The vehicle was just standing there while the curtain was illuminated on the horizon. It was possible for me to take my machine and set it up somewhere else, suddenly I was pissed off. I used the tripod's feet like a bayonet to put it in the soft body of the ship. Someone must have grabbed the tripod's feet from the inside and pulled me in because I found myself lying on the floor in a purple-lit place.

The inside was also soft because half my body was buried on the ship's floor. For a moment I wondered if it was a dream, because I hadn't talked to anyone yet, and what I was going through didn't make any sense.

A sizzling male voice said, “welcome to our ship, Galip Köksoy.”

I stood up to take psychological advantage and said, “How do you know my name, who are you?”

"I have an offer for you," said the squeaky voice.

I said, “Let me go, or you'il be responsible for what's going on.” After all, I was thinking the gendarmerie would be there soon. Because the ship suddenly began to rise, I fell back to the ground, with the bonds that were rising from the ship's ground.

When I woke up, I was lying in a crater on the surface of the moon. I was wearing an astronaut outfit. I had the same ship in front of me, and this time the surface of the vessel was gray as if it was covered with moon dust.

"I have a proposition for you, it's vital," said a sizzling sound from my astronaut outfit's speaker.

I said, ”I accept your offer, provided you take me back to earth." I learned by living that I should not be stubborn with the ship and the mysterious sizzling voice.

The ship approached quickly and pulled me into it, and we started to move in a direction I didn't know. I was hoping we'd come back to earth. I began to read the prayers I remembered from my childhood. I was hungry and thirsty, tried to sleep, but I failed. I started thinking about what I'd do if we went to earth. If I could get a chance, I'd run. Cause I was dealing with a psychopath alien.

A few hours later, the ship began to shake. I thought we were entering the Earth's atmosphere. Half an hour later, the ship hit the ground like a ball and rolled. I shouted, “What have you done, godless people?” After the vessel stopped, I split the body of the ship with my arms and legs and went out.

”You went out with your arms and legs splitting the body of the ship," the doctor said. He was cautious about what I was telling him, he was taking notes.

I promised myself that I would escape when I landed on earth, but I couldn't control myself when I saw that they brought me to a place other than they took. I've listed all the blasphemy I know to the aliens because there's no weapon around that I can attack the ship. I think the S-shaped ship figured out that it shouldn't mess with me, so it took off and disappeared into the sky.

"What happened next?” asked the doctor.

I started walking down the hill where they left me, and I was so hungry that I would eat my father if he had come out of the sea. I don't remember much about what happened later. I must have been starving, and then they brought me to this hospital.

“Do you think the story makes sense?” asked the doctor.

“It may not make sense, but every word is true. I don't lie.”

“You stole a nurse's motorcycle in the morning and set off. You had an accident on the way, and you were unconscious. If you run away from the hospital again, we'il have to lock you up.”

“I don't know, doctor, I'm so confused. It's not good for me to bury the pills in a pot. I promise I'll be a different man from now on," I said.

Image source: https://unsplash.com/photos/2Hzmz15wGik

star-wars-2369317_1920.png

Fotoğraf Gezisi

Sabah henüz hava kararmadan uyandım. Yataktan çabucak kalktım, yüzümü yıkadım, bir avuç cevizi ağzıma çabuk çabuk tıkıştırdım, bir bardak su içtim ve fotoğraf makinemi alıp aceleyle evden çıktım.
Önceki akşam güçlü rüzgârın ve çatallı şimşeklerin eşliğinde yağan yağmur havayı temizlemişti. Hava koşulları fotoğraf çekmek için uygundu ve bu fırsatı verimli bir biçimde değerlendirmeye kararlıydım. Motosikletimle Sapanca’ya doğru ilerlerken serin havayı ciğerlerime çektim. Ufukta hava henüz aydınlanmaya başlamamıştı ve şafak vaktini Sapanca’da fotoğraf çekerek değerlendirmek istediğimden motosikletin gazını köklemiştim.

Tan ağarırken Sapanca gölünün kuzeyindeki dağlık alana ulaştım. Hava o kadar temizdi ki sabahın alacakaranlığında gölün ardındaki dağlar açık seçik görülüyordu. Gölün üzerindeki pus da manzaraya esrarengiz bir hava katıyordu. Işık henüz yetersiz olsa da boş durmamak için birkaç poz çekmeye karar verdim. Görüntüyü netleştirir netleştirmez fotoğraf makinemin vizöründe s biçiminde bir cisim belirdi. Gölün pusu içinde havada asılı bir biçimde duruyordu ve birdenbire inanılmaz bir biçimde büyüyerek tüm görüntüyü kapladı. Başımı makineden kaldırıp önümdeki çimenliğe baktım. Önümde çimenlikle aynı renk ve desende, otomobil büyüklüğünde bir araç duruyordu. O kadar iyi kamufle olmuştu ki bana doğru hızla yaklaştığını görmemiş olsam onu fark etmeyebilirdim. İlk refleksim “Çek arabanı oradan, fotoğraf açımı kapatıyorsun” diye bağırmak oldu. Görüş açımı kapadığı için o kadar sinirlenmiştim ki aracın üzerine yürüdüm. Kapı ya da penceresi olmayan araca dokunmamla paniğe kapılıp gerisingeri koşmam bir oldu. Dokunduğum yüzey içeri göçmekle kalmamış, elimi çektiğimde dalgalanmıştı. Tam motosiklete oturup kaçmak için kontağı çevirmiştim ki şeytan dürttü. Bu yumuşak gemili yabancılar kimin memleketinden kimi kaçırıyordu.

Hemen 155 polis imdat hattını aradı, sistem beni otomatik olarak 156 jandarma imdat hattına aktardı. Konuştuğum delikanlı söylediklerime pek inanmasa da hemen bir ekip göndereceklerini söyledi. Ufukta gün perde perde aydınlanırken araç orada öylece duruyordu. Makinemi alıp başka bir yere kurmam mümkünken birdenbire tepem attı. Tripodun ayaklarını bir süngü gibi kullanarak geminin yumuşak gövdesine soktum. Birisi tripodun ayaklarını içeriden yakalayıp beni içeriye çekmiş olmalı çünkü kendimi mor ışıklı bir mekânda canı yanmış bir halde yerde yatarken buldum. Dışı kadar olmasa geminin içi de yumuşaktı, çünkü bedenimin yarısı gemi zeminine gömülmüştü. Bir an acaba bu rüya olabilir mi diye düşündüm, çünkü henüz kimseyle konuşmamıştım ve yaşadıklarım pek akla uygun değildi.

Cızırtılı bir erkek sesi “Gemimize hoş geldin Galip Köksoy” dedi.

Psikolojik üstünlüğü ele geçirmek için ayağa kalktım ve “Adımı nereden biliyorsunuz, kimsiniz siz?” diye bağırdım.

“Sana bir teklifim var” dedi cızırtılı ses.

“Beni bırakın, yoksa olacaklardan siz sorumlu olursunuz” dedim. Ne de olsa birazdan jandarma gelir diye düşünüyordum. Gemi aniden yükselmeye başladığı için yeniden yere düştüm, gemi zeminden yükselen bağlarla beni sımsıkı bağladı.

Yolculuk sırasında bayılmış olduğumu tahmin ediyorum, uyandığımda ayın yüzeyindeki bir kraterin içinde yatıyordum. Üzerimde bir astronot kıyafeti vardı. Karşımda yine aynı gemi vardı, geminin yüzeyi bu kez ay tozu ile kaplanmış gibi gri bir renk almıştı.

Astronot giysimin hoparlöründen cızırtılı bir ses “Sana bir teklifim var, çok önemli” diye seslendi.
“Beni dünyaya geri götürmeniz koşuluyla teklifinizi kabul ediyorum” dedim. Gemiyle ve esrarengiz cızırtılı sesle inatlaşmamam gerektiğini yaşayarak öğrenmiştim.

Gemi hızla yaklaşıp beni içine çekti ve bilmediğim bir yöne doğru hareket etmeye başladık. Dünyaya döndüğümüzü umut ediyordum. Çocukken öğrendiğim dualardan hatırladıklarımı aralıksız bir biçimde okumaya başladım. Karnım acıkmıştı ve susamıştım, uyumayı denedim ama başaramadım. Öfkeli ve yorgundum, dünyaya gidersek ne yapacağımı düşünmeye başladım. Bir fırsatını bulabilirsem kaçacaktım. Uzaylının psikopatına çatmıştım çünkü.

Birkaç saat geçtikten sonra gemi sarsılmaya başladı. Dünyanın atmosferine girdiğimizi tahmin ettim. Yarım saat kadar sonra gemi top gibi yere çarpıp yuvarlandı. Çarpmanın şiddetiyle “Allahsızlar ne işler açtınız başıma” diye bağırdım. Gemi durduktan sonra kollarım ve bacaklarımla geminin karnını yarıp dışarıya çıktım.

“Kolların ve bacaklarınla geminin karnını yararak dışarıya çıktın öyle mi” dedi doktor. Anlattıklarımı büyük bir dikkatle not ediyordu.

Dünyaya inince kaçacağıma dair kendi kendime söz vermiştim ama beni aldıklarından başka bir yere getirdiklerini görünce yine sinirime hâkim olamadım. Çevrede gemiye saldırabileceğim bir silah olmadığı için uzaylılara bildiğim bütün küfürleri sıraladım. S biçimdeki gemi benimle uğraşmaması gerektiğini anladı galiba, havalanıp gökyüzünde kayboldu.

“Daha sonra ne oldu?” diye sordu doktor.

Beni bıraktıkları tepeden aşağıya doğru yürümeye başladım, karnım öyle acıkmıştı ki denizden babam çıksa yerdim. Daha sonra ne olduğunu pek hatırlamıyorum. Açlıktan bayılmışım herhalde, sonra beni bu hastaneye getirdiler.

“Anlattığın hikâye sence mantıklı mı?” diye sordu doktor.

“Mantıklı olmayabilir ama her kelimesi doğru. Ben yalan söylemem” dedim.

“Sabah bir hastabakıcının motosikletini çalıp yola çıkmışsın. Yolda kaza geçirip şuurunu yitirmişsin. Bir daha hastaneden kaçarsan seni hapsetmek zorunda kalacağız” dedi doktor.

“Bilmiyorum doktor, kafam öyle karışık ki. İlaçları saksıya gömmek bana yaramıyor. Sana söz, bundan sonra bambaşka bir adam olacağım” dedim.

Sort:  

I love these short stories:)

Yaa men you are awesome great work.

Sometimes, you want to get a picture so bad, you need to break out of a hospital and steal a motorcycle. I mean, who hasn't, right?

Its my biggest wish that I was with you when you goes to this awesome trip . Please show your pictures with another post of this trip.