Çocuk-luk
Eskiden anne - babalar çocuklarını dışarıdan eve sokmakta zorlanırdı. Akşama kadar sokaklarda özgürce oynarken, acıkmadıkça eve gelmezdik. Hatta onu bile yapmak istemez, aşağıdan tiz bir sesle "anneeee" diye seslenirdik de yukarıdan iple sarkıtılan sepetteki ekmek arasını iştahla götürürdük. :p
Gecenin bir yarısına kadar saklambaç oynardık. Bazen mızıkçılık yaparak evine gidip de bir türlü bulunamayan ve pencereden, aşağıda kendini yana yakıla arayanları seyreden çocuklar olurdu. Onlardan biri de bendim. :D Tüm gizli mekânlarımız aşikâr olunca başka çare kalmıyordu galiba. 🙄
Oyunların her türlüsünü orada öğrendim ben. Yakantopta bitmezdi canlarım, ipli oyunların aranılan ismiyken, dokuz taşta heyecanlanıp tüm taşları devirirdim dizmeye çalışırken. :(
Çelik çomak oyununu da ilk defa oynamama rağmen zamanla ustalaşmıştım. İki tahta parçasıyla oynanırdı ve ben gün bitiminde onları eve getirip odanın bir köşesinde saklardım. Çünkü uğurluydular. Annem görünce "Bu pis şeyleri kim getirdi!" diye söylenerek çöpe atmasın diye her gün yerini değiştirirdim. :))
Renkli istop :) diye bir oyun vardı. Ebe olan kişi topu havaya atıp bir isim söylerdi. O kişi topu tutamazsa eğer istop deyip bir renk söyler ve tüm çocuklar çil yavrusu gibi etrafa kaçışıp o rengi aramaya koyulurdu. Bulamayıp yakalanan da topun herhangi bir yerine isabet etmesi suretiyle yeni ebe olurdu. :)
Rengârenk giysiler giyip oynamaktı o oyunun raconu. Fakat biz vişne çürüğü, limon küfü, cam göbeği, çingene pembesi diye acayip renkler uydururduk bulunamasın diye. :D
Çamurdan köfteler yapar, kiremitleri taşla ezip suyla karıştırarak kına yakardık ellerimize. 🙊
Şarkı ve dans yarışması düzenler, defter sayfalarından bilet yapıp satardık. O Ses Türkiye'nin ilk örneklerini icra etmişiz hiç bilmeden. :))
Sokaktan eve taşardı kimi oyunlarımız da. Beş taş, yüz taş diye diye çakıl taşı toplardık yollardan. Sonra eve gelip bir güzel yıkar kuruturduk. Minicik ellerle yüz taş oynamak da ne garipmiş şimdi düşündüm de. :)
Evcilik oyunlarımız için mekân bakardık. Boş evlerin 1. kat balkonlarına tırmanır, kilim sererek oyuncaklarımızı dizerdik. Komşuculuk oynayarak fincanlarımızdaki hayali çayı ikram ederdik birbirimize. 🙆♀️
Çocukluğumun en güzel yılları belki de dört yıl yaşadığım Van'da geçmişti. Her ne kadar gece olup da etraf kocaman bir karanlığa ve sessizliğe büründüğünde, silah sesleri yankılanarak huzuru bozsa da çocukluk işte.. Hep iyi şeyleri hatırlamak istiyor yine de. Düşündükçe kötü anılar da kalbime hücum ediyor tıpkı şimdiki gibi.
Taşınmamızın üzerinden fazla zaman geçmemişti ve okulun ilk haftasıydı. Bir arkadaşımla beraber sabahın erken saatlerinde derse yetişmeye çalışıyorduk küçük adımlarımızla. Birden yaşça büyük çocuklar yolumuzu kesti. 6 yaşındaydım ve korkmuştum. O an tanımadığımız bir yerde yapayalnız kalmış gibiydik. Cebimizdeki harçlıklarımızı uzatınca bu esaretten kurtulacağımızı düşündüm ve nitekim de öyle oldu. Okula yürüdük ve yol boyunca hiçbir şey konuşmadık. Sanki sesimizi de yitirmiştik o sokak arasında. Bu olaydan aileme hiç bahsetmedim. Kısa zaman sonra o mahalleden lojmana taşındık.
Birkaç ay sonra okul bahçesinden çıkıp evin yolunu tutacakken bir keşmekeşin ortasında buldum kendimi. Hemen birkaç adım ileride beyaz bir araba durdu ve kaşla göz arasında bir kız öğrenciyi arabaya hızlıca bindirip gaza bastılar. Ne olduğunu nasıl olduğunu anlayamayacak kadar kısa bir sürede hem de. Ardından "Çocuk kaçırdılar, yetişin!" diye sesler yükselmeye başladı. Ayaklarımız ağırlaşmıştı sanki, hareketsiz bir şekilde orada beklerken bir kadının feryadını işittim: "Kızımı kaçırdılar, yardım eden yok mu?" diye.. Kadıncağızı teskin etmeye çalışıyorlardı ama nafile. Çocuklardan oluşan kalabalık yavaşça dağıldı. Herkes bir bir uzaklaşırken ben de hem korku hem şaşkınlık hem üzüntü ya da tam olarak ne hissedeceğimi bile bilmeden, ağır adımlarla evin yolunu tuttum. Bu kez kapıdan içeri girer girmez ağlayarak olanları anlattım. Aklımdan hiç gitmedi. "Acaba kız bulundu mu, annesinin kucağında mı, ağlıyor mu, ne durumda?" diye diye günlerce düşündüm. Hiçbir haber alınamadı, kimse bir şey bilmiyordu..
Şimdi üzerinden yıllar geçse de bir Çocuk Kayboldu haberinde, ta o güne gidiyorum. İnşallah sağ salim bulunur diye dualar ediyorum. Irmak'ı, Ecrin'i, Zehra'yı, Leyla'yı unutamamışken şimdi de İkranur..
Bakmaya kıyamadığımız güzellikler bir bir kayıp gidiyor ellerimizden. En kötüsü de artık öldüğüne üzülmekten çok, 'umarım aklımıza gelen olmamıştır' diye dua ediyoruz.. :/ Açlıktan veya kendi kendine kaybolarak hayatını kaybetmiş olmasına sevineceğiz neredeyse. :(
Ölümlerden ölüm beğenmek tıpkı böyle bir şey işte...
"Küçük kızın cansız bedeni..." ne kadar ağır bir cümle bu. :(
Hive da okuyup geldim... Ellerine sağlık; bizi çok güzel bir huzur ve güven hissinin içerisinde dolaştırıp duvara fırlatan bu yazı için. 🌾
çok teşekkür ederim, desteğin ve hep burada var olduğun için..☘
Vay hocam prenses çocukluğu herhalde bu :) Gökten ekmek inmesi :P
Hocam ne ettiniz :) Sizden böyle bir şey beklemezdim :S
Canım hocam oyun kültürünüzü şaşkınlıkla okurken hocamdan daha azı beklenemezdi dedim :) Her şeyde litaretürünüzü geniş tutuyorsunuz maşallah.
Hocam bu renkler de nedir Allah aşkına. İlk defa duydum :S
Hocam bu nedir ya? Hiç böyle bir şey başıma gelmedi. Ama gelseydi merak ediyorum karşı taraftaki etkisi ne olurdu :D Sizin adınıza üzüldüm. Yani böyle garip insanlarla karşılaştığınız için..
Vay be hocam yani ne diyeceğimi bilemedim kaçırma olayı ile alakalı. Özellikle şu an gündemde böyle üzücü olaylar dönerken.
:( ...
prenses demeyelim de üşengeç çocukluk diyelim:) 5 kat inip çıkmak zor olabiliyordu
yaa işte böyle, tanıyın sudefteri'nin gerçek yüzünü:)
daha bahsetmediğim o kadar çok oyun vardı ki sıkmak istemedim galiba
bildiğin renkler aslında sadece ismi uydurukça
herkes senin kadar cesur olamıyor, keşke yaşanmasaydı insanın aklına geliyor işte bir şey tetikleyince..
teşekkür ederim, okuyup detaylıca yorumlaman çok hoş her zamanki gibi🌼