Kısa Hikâye #2: Ben Hiç Var Olmadım
2. Bölüm: Depo
2002
Kendime geldiğimde metruk depo benzeri bir yerde sandalyeye bağlanmış haldeydim. Buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Muhtemelen uyuşturucu bir maddeyle bayıltılmıştım. Sessizlikte yankılanan ayak sesleri duyuyordum. Seslerin eşzamanlı gelmemesi en az iki kişi olduklarını gösteriyordu. Ağır ağır ilerleyen topuk adımları Çin işkencesi gibi beynime işliyordu. Avına saldırmaya hazırlanan akbabalar gibi etrafımda dönüyorlardı. Bir süre sonra etrafımda volta atmayı bıraktılar. Sesler artık önüme düşmüş, yaklaşık beş metre ileride durmuştu. Sandalye ayaklarının sürtünme sesini duydum, ardından alçak sesle mırıldanmalar… Öte yandan adamlardan biri radyo açtı. Frekans kanallarını hızlıca değiştiriyor, ulaşmak istediği radyo frekansına doğru tekerleği çeviriyordu. Bir ara durdu, sonra tekrar devam etti. Nihayetinde bir haber frekansı buldu ve dinlemeye başladılar.
Burnuma acı ve keskin bir tütün kokusu geldi. O kadar kötüydü ki öksürmemek için kendimi zorladım. Başımı kaldırmadan bir gözümü çok hafif açtım. Biri altmış derece açıyla bana dönüktü, diğerinin sadece sırtını görüyordum. Uyandığımı fark etmemişlerdi. Bana doğru oturan takım elbiseli, diğeri sivil giyimliydi. Başlarında kar maskesi vardı ama katladıkları için yüzleri görünüyordu. Takım giyen ceketini çıkarıp sandalyesine asmıştı. Gömleğinin üstüne kuşandığı askılı tabanca kılıfından polis olduğu anlaşılıyordu. Sivil olan emniyetten çok, yeraltı dünyasına mensup gibi görünüyordu. Konuşmaya başladıklarında niyetlerini bariz bir şekilde anlamıştım. Bana ne yapacaklarını planlıyorlardı. Pek de iç açıcı şeyler sayılmazdı. Bu konuşmadan yaptığım çıkarıma göre sivil giyimli olan kesinlikle karanlık bir tipti. Konuşurken takındığı kaba saba üslup herhangi bir tahsili olmadığına işaretti. Ayrıca beni öldürmeyi planlarken söyledikleri kan dondurucuydu. Bu denli acımasız olması da sokaklarda veya yetimhanede büyümüş olmasını mümkün kılıyordu. Polis olan da pek merhametli sayılmazdı ama olaya daha profesyonel yaklaşıyordu. Diğeri katliam önerisi sundukça o, cinayete kaza süsü vermeyi planlıyordu.
Adamlar tekrar sessizliğe bürünmüşken masada duran telsizden bir anons geçti: “Merkez, 13-38… Merkez, 13-38 cevap ver, tamam.”. “13-38 dinlemede, tamam.” diye cevap verdi polis. “Şüphelinin eşkâlini bildiriyorum: Tahmini 1.80 boy, 90 kg, erkek. Kumral, siyah takım elbiseli. İsim bilinmiyor. Son görüldüğü yer Moda sahili. Tekrar ediyorum, son görüldüğü yer moda sahili, tamam.”. “Anlaşıldı merkez, bilinen yere derhal intikal ediyoruz, tamam.”.
Telsizde verilen eşkâl bana aitti. “Ünlü oldun, iyisin.” diye geçirdim içimden. Hep böyle saçma sapan zamanlarda espri yapar, yetmezmiş gibi kendi kendime gülerdim bıyık altından. Zira bizim meslekte ünlü olmak pek affedilir bir durum değildi. Belki de böyle ironik durumlara sık düştüğümden kendime gülüyorumdur diye düşündüm.
Adamlar tekrar cinayet planı yapmaya başladılar. Bir yandan çeşitli cinayet senaryoları üretiyor diğer yandan da ilacın etkisinin birkaç saat daha süreceğini tartışıyorlardı. Bu hesaba göre birkaç saat sonra taze bir ölü olacaktım. Mezarımı kimse bilmeyecek, hatta bir binanın taşıyıcı kolonunda ebedi yerimi alacaktım. O an emin oldum ki bu adamlar beni hiç tanımıyordu. Ya da tanıdıklarını zannettikleri kişi değildim. Kimdi bu adamlar, benimle ne işleri vardı?
Aldığım eğitimlerden öğrendiğim tek bir şey varsa o da dikkatin her daim hayat kurtardığıdır. Dikkat, bir istihbaratçının başucu kurallarındandır. Telkin ve uyku ilaçlarına olan bağışıklığımı bir an önce avantaja çevirmem gerektiğinin bilincindeydim. Nitekim planlar değişebilir, cinayet daha erken gerçekleşebilirdi. Yarı açık gözlerle adamları tepeden tırnağa incelemeye başladım. Bir süre süzdükten sonra polisin sağ pantolon cebinden sarkan ilaç kutusunu fark ettim. İlacın üzerindeki yazıyı seçmeye çalışırken adamın küçük bir hareketiyle ilaç yere düştü ve bana doğru yuvarlanmaya başladı. Adamlar ilacın düştüğünü fark etti ama ikisi de umursamadı. Yuvarlanan ilaç kutusu üç metre önümde durdu. Tanrı el verdi diye düşündüm. Kutunun üzerindeki yazıyı net bir şekilde görebiliyordum. UNSACD 32 mg tablet yazıyordu kutuda. Şanslı günümdeyim diye düşündüm. Bu ilacı hem aldığım anatomi ve tıp eğitimlerinden hem de aktif saha görevinde büründüğüm ilaç mümessili kimliğimden hatırlıyordum. Bu, prospektüsünü ezbere bildiğim onlarca kalp ilacından biriydi. Gereksizliğini her fırsatta sorguladığım ve saha amirlerime belirttiğim bir veriyle karşılaşmıştım. Kendimi bir an “Hocam bu bilgiler gerçek hayatta nerede karşımıza çıkacak?” diye söylenen ergen lise öğrencisi gibi hissettim. Yüksek tansiyon, yüksek kan basıncı ve kalp yetmezliğinde kullanılan bir ilaçtı.
Kurtuluş planım aklımda şekillenmeye başlamıştı. Diğer yandan küçük bir ihtimal sorun teşkil edebilirdi. Ya ilaç adama ait değilse? Hemen bir B planı yapmam gerektiğini anladım. El ve ayak bileklerimi koli bandıyla sıkıca sarmışlardı. Fark ettirmeden sandalyenin ahşap sırt uzantısına bantlı bileklerimle basınç yapmaya başladım. Çok dikkatli olmalıydım. Uykuda olduğumu düşündükleri yaklaşık iki buçuk saatim daha vardı. En küçük bir ses dikkatlerini çekebilirdi. Sandalyeye uyguladığım basınç tam bir cerrah hassasiyetindeydi. Darbeleri perdeleyecek bir ses olsa keşke diye düşündüm ama unutulmuş bir mekândı burası. Bir yandan uyuyor taklidi yapıyor diğer yandan nazik ama hızlı darbelerle bandı kesmeye çalışıyordum. Yirmi dakika kadar sonra bileklerimde hafif esneme hissettim. Bant kenarından açılmıştı. Bu yırtılmayla beraber darbeler yerini sürtünmeye bıraktı. Bu kez tahta uzvu bir bıçak gibi kullanıyordum. Birkaç dakika sonra ellerim serbest kaldı. Bant hala bileklerimdeydi. Yere düşerse fark edilebilir ve planlarım suya düşebilirdi.
Harekete geçmek için adamların bana yaklaşmasını bekleyecektim. Hâlihazırda ayaklarım bağlıydı ve hareket alanımı kısıtlıyordu. Yakın dövüş mesafesine girene kadar hiçbir müdahalede bulunamazdım. Her ihtimali hesaplıyor ve her yeni ihtimale göre plan kurguluyordum.
Devam edecek