Bilimkurgu Öyküsü - Anne, Oğul ve Fırtına

in #bilimkurgu5 years ago

image.png

Sokak lambasının sarı ışığı altında kar taneleri bir volkanın ağzından fışkıran kıvılcımlar gibi sağa sola saçılıyordu. Yağışın yönü rüzgâr eşliğinde durmaksızın değişiyor, kar taneleri kâh bir dokuma tezgahının titreyen uzun ipliklerine, kâh boşalmış bir çuvaldan dökülen un parçacıklarına benziyordu. Abant kırsalının kendine has sessizliği beni adeta büyülenmiş, hipnotize etmişti. Zaman çocukluğumun yalnız geçen öğleden sonralarında olduğu gibi yavaşlamıştı. Havada eğilip bükülerek iç içe geçen kar tanelerini izlerken Abant’a gelmekle ne iyi yaptığımızı düşündüm.

Pencerenin yanına bir sandalye çekip karı izlemeye devam ettim. Şiddetlenen rüzgârla birlikte kar taneleri duştan akan ince uzun su damlalarını andırmaya başladı. Plajda gözlerimi kısarak güneşe baktığımı hatırladım. Kar taneleri sanki birer ışık salkımıydı da sokak lambasından aşağıya kesintisiz bir biçimde dökülüyordu.

Bu tatlı gündüz düşleri Yosun’un beni yatak odasına çağırmasıyla sona erdi. Üst kattaki odasına girdiğinde yüzünden hüznün gölgelerinin geçtiğini fark ettim. Beni çağıran o değişmiş gibi susuyordu. Çirkin lohusa kıyafeti içinde melankolik bir yüz ifadesiyle karşı duvara bakarken bile güzeldi.

“Ne oldu, iyi misin?”

Kirpiklerinin gölgelediği yeşil gözleriyle gözlerime bakarak “Poyraz benimle konuştu” dedi. Ensesinde topladığı düz sarı saçları gevşemiş, kırmızı bir şalla örttüğü omuzları çökmüştü.

“Sana ne söyledi?”

“Karnı açmış, doymuyormuş.”

Dönüp merak içinde Poyraz’a baktım. Dalgın bir biçimde tavana bakıyordu. Yüzümü yüzüne yaklaştırıp “ceee” yaptım. Kendisiyle ilgilenildiğini fark edince kollarını ve bacaklarını neşe içinde kıpırdatmaya başladı. Gülmeye hazırlanıyormuş gibi görünen dudaklarında bir aykırılık aradım ancak ruh hali gayet normal görünüyordu.

Henüz kırkı yeni çıkmış bir bebeğin konuşabileceğine ihtimal vermiyordum, ancak bunu dile getirmedim. “Oğlumuz tosun gibi. Şu tombul yanaklara, boğumlu kollara baksana.” dedim.
Dışarıda yağan kara bakarak “Buraya gelmekle iyi etmedik galiba.” dedi.

Annemim de Abant’taki bu villaya gelmemizi istemediğini, beni vazgeçirmek için dakikalarca dil döktüğünü hatırladım. “Merak etme, ben varım, Güzel var, her türlü ihtimal için her hazırlığımız var” dedim.

Derin düşüncelere dalmış olan Yosun bana cevap vermedi, muhtemelen verdiğim yanıtı dinlememişti bile. Kalkıp dudağına bir öpücük kondurarak salona döndüm ve Poyraz’ın Yosun’a gerçekten öyle bir şey söyleyip söylemediğini düşünmeye başladım. Az çok maddi gücü olan her insan gibi biz de genetik hastalık riskini azaltan ve zekayı hafifçe artıran yapay döllenme prosedürünü kullanmıştık. Yöntemin çocukların IQ’sunu 5 puan civarında artırdığı söyleniyordu. Gerçi bu artışın bazı bebeklerde 25 puana kadar çıkabildiği iddia ediliyordu ama yapılan işlemin böylesi bir sonuca yol açması bana pek de olası görünmedi.

Ağır adımlarla ilerleyip mutfağa girdim. Yıkanmış bulaşıkları raflara yerleştirmekle meşgul olan Güzel’e “Sence 40 günlük bebek konuşur mu?” diye sordum.

“Allah’ın hikmeti. Olur mu olur” dedi. Güzel’in kafası herhangi bir madde kullanmasına gerek kalmaksızın her zaman güzeldi ve ona göre kâinatta her şey mümkündü.

Yosun Hanım yanılıyor. Sıra dışı zihinsel yetilere sahip olan bebekler bile en erken üç aylıkken konuşabiliyorlar. Oxo bazı konularda Güzel’den daha güvenilir bir rehberdi, konuyla ilgili bir internet araştırması yapıp sonuçları değerlendirdiği anlaşılıyordu. Annenim Abant’taki villaya gitmememiz konusunda neden o kadar ısrarcı olduğunu yeni anlamıştım. Yosun’un durumunu benden daha iyi analiz etmişti demek ki. Gerçi Yosun söz konusu olduğunda annenim yargılarına pek güven olmazdı. Yosun’u daha en başından itibaren istememiş, ondan vazgeçmemi sağlamak günlerce başımın etini yemişti. Belki annemin etkisinde kaldığı için, belki sırf bana muhalefet olsun diye babam da bu evliliğe karşı çıkmıştı. Güzelliğine laf edemezlerdi, rüyamda görsem onun kadar güzel bir kadınla evlenebileceğime inanmazdım. Yosun kötü huylu da değildir üstelik, duru güzelliğine uygun sakin bir kişiliği vardır. Bana zaten nesini beğenmediklerini hiçbir zaman izah edemediler, galiba onu biraz durgun buluyorlar. Oxo’ya göre kadınların çoğunda lohusalık döneminde birtakım psikolojik rahatsızlıklar oluyormuş. Ortada fol yok yumurta yokken annemin ve Yosun’un kaygılarının karın tadını çıkarmama engel olmasına izin vermeyecektim.

“Ne oldu abi, sustun” dedi Güzel. Bana abi diyordu ama benden on yaş büyük olabilirdi, beş yaş küçük de olabilirdi, Güzel söz konusu olduğunda neyin ne olduğu hiç belli olmazdı.

“Buraya gelmeye can atıyordun. Sen de mi kar manzarası seviyorsun?”

“Burada yavuklum var.”

“Senden korkulur. Ne ara yavuklu yaptın ki sen?”

Sanki sormuşum gibi durduk yerde “Biz Selahattin’le korno seyrediyoz” dedi. Ardından öyle keyifli bir biçimde güldü ki ‘porno’ demek istediğini anladım.

“Başın belaya girmesin sonra” dedim.

“Selahattin pırlanta gibidir.”

Selahattin acaba boyu bir buçuk metreyi bile bulmayan bu küçücük kadında ne buluyordu. O da Güzel gibi küçük boyutlu bir insan olmalıydı. Neyse ki dışarıdan güçlü bir ıslık sesi gelmeye başladı da zihnim Selahattin-Güzel ilişkisinin ayrıntılarıyla daha fazla meşgul olmak durumunda kalmadı.

Dışarıda rüzgâr fırtınaya, kar tipiye dönüşmüştü. Az önceki sessizlik yerini fırtınanın ıslıklarına bırakmıştı. Biraz dikkatli dinleyince yukarıdan amansız bir biçimde dökülen buz parçalarının tıpırtılarını duyabiliyordum. Bizimkilerinin fırtınadan korkmalarından endişe ettiğim için aceleyle üst kata çıktım. Yosun ve Poyraz dışarıda olup bitenlerden habersiz mışıl mışıl uyuyorlardı.

Tam gökyüzü şimşeklerle aydınlanmaya başladığı sırada telefonum çaldı. Arayan annemdi.

“Başıma geleceği biliyordum. Sakın evden çıkmayın” dedi annem telaşlı bir sesle.

“Fırtına dinene kadar çıkmaya niyetimiz yok, merak etmeyin” dedim.

“Ya Poyraz hastalanırsa. Bu havada ne işiniz vardı orada” dedi annem. Her şeyin en iyisini bildiğini düşünmesi beni sinir ediyordu.

İkna edici olmasına çalıştığım bir ses tonuyla “İşler sizin zamanınızdaki gibi değil. Kapının önünde her hava şartında çalışacak iki araç var” dedim.

*Fırtına şiddetlenecek. Sakın evden çıkmayın. *Annem yetmiyormuş gibi şimdi de Oxo uyarmaya başlamıştı. Bir babam kalmıştı uyarmayan, gerçi onun tarzı her şey olup bittikten sonra ‘ben sana söylemiştim’ bakışı atmaktı. Sıfırdan başlayıp zengin olduğu için kendisini bir ilah, yanında çalışan oğlunu hiçbir şeyden anlamayan süzme bir salak olarak görüyordu. Eski kuşağın bu aşırı özgüvenli halleri beni benden alıyordu. Babamın kendi kuşağı içinde de müstesna bir yeri vardı, hayatta başarılı olup bana kendince mükemmel şartlar hazırladığı için her Allah’ın günü ona tapınmamı bekliyordu. Benim de bir şeyleri bilip, düşünebileceğim, sorumluluk alıp bazı işlerin üstesinden gelebileceğim aklının ucundan dahi geçmiyordu.

Yosun yukarıdan “Arda bir bakar mısın?” diye bağırdı. Sesindeki telaşın fırtınayla ilgili olduğunu düşündüm, uyanır uyanmaz fırtınanın ıslıklarını duyunca paniğe kapılmış olmalıydı. Merdivenleri ikişer üçer atlayarak üst kata çıktım.

“Poyraz’ın ateşi çıkmış. Bana ‘anne beni kurtar’ diye seslendi.”

Elimi Poyraz’ın kavisli anlına koydum. Çocukcağız gerçekten ateşler içinde yanıyordu. Poyraz’ın konuşması meselesi canımı sıkmaya başlamıştı. “Konuştuğundan emin misin? Poyraz daha bir aylık bile değil” dedim.

“Kulaklarımla duydum. Sana neden yalan söyleyeyim?”

“Hayır, o anlamda değil ama belki rüya görmüşsündür.”

“Sana kulaklarımla duydum diyorum. O kadar pişmanım ki” dedi ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Tam olarak neden pişman olduğunu anlamamıştım. Poyraz’ı doğurmuş olmasına mı? Poyraz’ın karnına yapay olarak döllendikten sonra konulmasına mı? Abant’a gelmiş olmamıza mı?

“Sana engel olmalıydım. Hepsi benim suçum” dedi ağladıkça coşarak.

“Şimdi sakin olmalıyız. Poyraz’ın üzerini çıkaralım, anlına ıslak bez koyalım ve ateşini ölçelim” dedim. Bu sırada Poyraz da avazı çıktığı kadar bağırmaya ve bacaklarını sanki birileri ona işkence ediyormuş gibi kaldırıp yere vurmaya başladı.

“Sakin olmalısın hayatım, bak Poyraz da seni örnek alıyor” dedim.

Yosun “Merak etme, sakinim” dedi ama kendisini ağlamaktan alıkoyamıyordu. Neyse ki Güzel yanımıza gelip Poyraz’ı kucağına almayı akıl etti de durumu kontrol altına alabildik.

Doktor Poyraz’ı sanal ortamda muayene edebilir. Evet, güzel bir fikirdi, evden dışarıya çıkmak zorunda değildik ki.

Bu fikir Yosun’u da bir parça rahatlattı galiba, çünkü ağlamayı kesip yeniden uyumadan önceki hüzünlü yüz ifadesini takındı. Poyraz’ı soyup anlına ıslak bez koyduk ve ona ateş düşürücü şurup verdik. Krizi atlatmıştık galiba. Şimdi hiç vakit geçirmeden Poyraz’ın doktorunu aramalıydık.

Doktora ulaşma şansı bulamadık internet kesilmişti, dışarıdaki fırtına artık kasırgaya dönüşmüştü, şiddetli rüzgâr çamların tepesini eğiyor, yukarıdan kepçeyle dökülürcesine yağan kar yerden havalanan kar taneciklerine karışıyordu. Neyse ki villanın camları bu tür havalara dayanacak cinstendi, yoksa halimiz nice olurdu.

Poyraz iki kere üst üste kusunca Yosun kafayı onu doktora götürmeye taktı. Evin önünden Abant gölüne doğru uzanan yola baktım, yukarıdan yağanların yanı sıra rüzgârın tozuttuğu kar kütleleri yola dolmuştu. Arazi aracımızın karla kaplı yolu aşıp aşamayacağını kestiremiyordum. Kuadkopterle gitmek daha mantıklı görünüyordu. Küresel ısınma nedeniyle havalar iyice dengesizleştiği için bu hava araçları en zor şartlarda uçabilecek donanıma sahipti. Yine de böylesi bir yolculuğu gece vakti yapmak niyetinde değildim.

Uzun bir ikna çabasından sonra Poyraz’a ağrı kesici ve Yosun’a uyku ilacı verip sakinleşmelerini sağladım. Aldığı uyku ilacına rağmen Yosun uzunca bir süre uyumadı, ancak bir parça sakinleşmiş, kaygıları yatışmış görünüyordu. Gece iki kez kalkıp Poyraz’ı emzirdi, sabaha karşı üçümüz birden derin bir uykuya daldık.

Sabah Poyraz’ın canhıraş çığlıklarıyla uyandık. Yüzü öfkeden ve acıdan kaskatı olmuş, her yanı kusmuk içinde kalmıştı. Uyurken ateş düşürücünün etkisi geçtiği için yanakları yeniden kıpkırmızı olmuştu. Gece hiç uyumadığından kuşkulandığım Güzel hemen Poyraz’ın başında bitiverdi. Çabucak üzerini değiştirdik, ılık suyla duş aldırdık. Sağlıklıyken üzerine üç beş su damlası sıçrayınca sevinçle çığlık atan Poyraz duş sırasında öfkeden mosmor olmuş bir biçimde ağladı. Banyodan çıkarken bir kez daha kusunca artık doktora gitmek farz oldu.

Tam evden çıkma telaşındayken Güzel beni koridorda yakalayıp birkaç yüz metre aşağıda oturan Selahattin’i görmek için yarım saatlik bir izin istedi. Öylesine yalvaran gözlerle bakıyordu ki ‘şimdi sırası mı Selahattin’in?’ demedim.

Dışarıda hava sakinleşmiş, kar taneleri havada beyaz küller gibi zarifçe salınmaya başlamıştı. Sıkı sıkıya giyinip kuşanarak dışarıya çıktık. Kar villanın çevresine cidden feci yığılmıştı, belimize kadar karın içine batarak ağır adımlarla kuadkopter pistine ilerledik. Karın içinde sadece omuzları ve başı görünen Güzel öyle bir havadaydı ki sanki doktora değil de düğüne gidiyorduk. Babamın parası böylesi bir yaşama sevincini satın almaya yetmezdi.

Kuadkopter’in dört pervanesi dışında kalan her yeri karla kaplıydı, ancak bu kalkış için engel değildi. Kapıyı güçlükle açıp bindik. Deri koltuklarımızda yerimizi aldık. Gel gör ki aracın sürüş bilgileri ekranında “taşıtınız hava muhalefeti nedeniyle bloke edilmiştir” yazıyordu. Neymiş efendim sigorta şirketleri böylesi havalarda oluşacak riskleri güvence altına almıyormuş. Mecburen paşalar gibi kurulduğumuz koltuklardan kalkıp kuadkopterden indik.

Karların içinde güçlükle ilerleyerek 2033 model Toyota Amber’imize doğru yürümeye başladık. Bu sırada şiddetlenen rüzgarla birlikte yeniden kar yağmaya başladı. Termostatik giysilerimiz nedeniyle üşümüyorduk ancak rüzgâra karşı ilerlemek başlı başına bir sorundu. Arazi aracının kapılarını güçlükle açıp bindik. Bu sırada Yosun yeniden ağlamaya ve “Buraya hiç gelmemeliydik” demeye başladı. Aracın elektrikli motoru çalıştı, gövdesini otomatik olarak yükseltti ve paletleri devreye girdi. Karın üzerinde ağır ağır ilerlemeye başladık. Gökyüzünde bulutlar birbirlerinin içine geçerek anaforlar oluşturuyor ve uzaklarda şimşekler çakıyordu. Silecekler ön camdaki karı temizlemeye yetişemediği için yolu güçlükle görebiliyordum. Evin ikiyüz metre kadar aşağısında korktuğum başıma geldi: Aracımız kara saplandı ve 320 beygirlik motoruna sonuna kadar yüklendiğim halde aracı yerinden kımıldatamadım. Aracımız durunca Yosun’un feryatlarına Poyraz da eşlik etmeye başlamıştı, ne olduğuna bakmak için çaresizlik içinde araçtan indim.

Kasırganın şiddetli rüzgarlarının beni sürüklemesine engel olmak için fazladan gayret sarf etmem gerekiyordu. Kuadkopterin neden bloke edildiğini şimdi daha iyi anlıyordum, böyle bir havada herhangi bir hava aracının uçmasına imkân yoktu. Arabadan birkaç adım uzaklaşıp paletlerin konumlarını kontrol etmeye başladım. Bu sırada kulağıma güçlü bir çatırtı sesi geldi ve ardından kocaman bir çam ağacı tepeme indi. Canım feci halde acımış ve gözümün önünde şimşekler çakmıştı. Her ne olursa olsun bu kızılca kıyamette eşimi ve çocuğumu kendi kaderlerine terk edemezdim. “Güzel, bana yardım et” diye bağırdım, bir yandan karın içinde tünel kazıp ağacın altından çıkmaya çalışıyordum. Karın içinde açtığım oyuğu dışarıyı görecek kadar genişletmem uzun sürmedi. Kendisinden yardım beklediğim Güzel’in karlara bata çıka uzaklaşmakta olduğunu gördüm. Üzerimdeki ağaç gövdesini itmek için bütün gücümü kullandım, bu sırada tansiyonum düştü galiba, gözlerim karardı. Bayılmamak için derin derin nefesler alıp vermeye başladım, bu sırada rüzgârın savurduğu buz parçaları yüzümü birer kırbaç gibi dövüyordu. Kısıldığım kapandan çıkmak için ağaca yeniden yüklendiğimde tansiyonum iyice düştü, galiba o sırada bayılmışım.

Gözlerimi açtığımda annemle Yosun’u sarmaş dolaş bir halde başımda beklerken buldum. Ellerim, ayaklarım ve başım sargı bezleriyle sarılmıştı. “Poyraz nerede?” diye sordum.

“Poyraz’da beta virüsü çıktı, ama şimdi iyi, merak etme” dedi annem.

Gözlerimi açtığımı görünce Yosun gözlerimin içine muhabbetle bakarak başımı okşamaya başladı. Kendisinden böyle bir muamele görmeye alışık olmadığım için bir an telaşlandım ve “Ellerimle ayaklarıma ne oldu?” diye sordum.

“Parmakların donmuş, ama şimdi iyileşiyorlar” dedi Yosun, lohusa bunalımından bir ölçüde sıyrılmışa benziyordu.

Annemle Yosun hastanenin çocuk bölümünde yatmakta olan Poyraz’a bakmak için gittiler. Birkaç dakika sonra Güzel geldi. Her zamanki kaygısız tavrıyla “Nasılsın abi, iyi misin?” diye sordu.
“Beni bırakıp gittiğinde iyi değildim.”

“Selahattin’i çağırmaya gittiydim. Bi görsen sizi nasıl taşıdı. Dalyan gibi maşallah” dedi Güzel. Selahattin’den söz ederken gözlerinin içi gülüyordu.

“Evlen madem bu adamla.”

“Selahattin’imi erkenden evlendirmişler. Üç çocuğu var.”

Hastanede bir hafta daha kaldıktan sonra taburcu oldum. Annem uyarılarına kulak asmayıp o bozuk havada, lohusa bunalımı yaşayan bir eşle birlikte Abant’a gitmem hakkında ağzını açıp tek laf etmedi, zaten ben de dersimi fazlasıyla almıştım. Bulutları dağıtmak için İstanbul’daki meteoroloji kulelerinden atılan füzeler felaketin İstanbul çevresinde daha ağır hissedilmesine sebep olmuştu.

Poyraz’ı soracak olursanız, Oxo’nun isabetle işaret ettiği gibi üç aylıkken konuşmaya başladı, Abant'ta geçirdiğimiz o karlı kış gününde gerçekten konuşup konuşmadığını ise hiçbir zaman anlayamadım.

Görsel Kaynağı

Sort:  

Bu yazı Curation Collective Discord Sunucusunda küratörlere önerilmiş ve manuel inceleme sonrasında @c-squared topluluk hesabından oy ve resteem almıştır.
This post was shared in the #turkish-curation channel in the Curation Collective Discord community for curators, and upvoted and resteemed by the @c-squared community account after manual review.
@c-squared runs a community witness. Please consider using one of your witness votes on us here

Aslaam o Alekum @bilimkurgu May you don't know me and I also don't know you.First of all this language is strange to me but when I see this pharese '' “Allah’ın hikmeti. Olur mu olur” dedi'' II feel might this article relates some religious think then I convert it into urdu and read all your story.It is not religious but very impressive and deep knowledge base.Good post.I am new on steemit and want you to add me on your steemit fellows so I can grow on steemit.I can assure you that I'll be the first upvoter on your every post and I hope so that you positively response me.Thanks.......

Merhaba,

Yazınız C² ekibi değerlendirmesi ile Trliste kürasyon kuyruğu tarafından oylanmıştır.


Kürasyon kuyruğuna katılarak Steemit'te Türkçe yazılara siz de destek olabilirsiniz.

Sevgiler @trliste

Teşekkürler

To listen to the audio version of this article click on the play image.

Brought to you by @tts. If you find it useful please consider upvoting this reply.

Calling @originalworks :)
img credz: pixabay.com
Nice, you got an awesome upgoat, thanks to @bilimkurgu
BuildTeam wishes everyone a bullish new Year!
Want a boost? Minnowbooster's got your back!

Türk topluluğunda böyle güzel bilimkurgu yazan birinin olması gurur verici ellerinize yüreğinize sağlık

Teşekkür ederim. Bu gibi yorumlar beni motive ediyor.

Çok sevindim yazılarınızın devamını diliyorum 🙂

gece bu öyküyü okumaya başladım, ilk paragrafı sanki ben yazmışım gibi hissettim hatta, bu hoşuma gitmişti:)
derken yarısına gelince elimde tel uyuyakalmışım🤷‍♀️
son okuduğum cümlelerin etkisiyle öyle masalsı bir rüyanın içinde buldum ki kendimi keşke hep o rüyanın içinde kalsaydım..

fotoğraftaki kar tanelerinin hep hareket etmesini bekleyip gif olmadığını sonradan fark ettim:)
neyse ki şu an pencereden bakınca canlısını izleyebiliyorum 🙇‍♀️

teşekkür ederim her şey için..

Bu sefer "edebi" yazmaya çalıştım. Bir ölçüde başarmışım demek ki. Gaza geldim, bir de ben okuyayım :)

Congratulations @bilimkurgu! You have completed the following achievement on the Steem blockchain and have been rewarded with new badge(s) :

You made more than 3000 upvotes. Your next target is to reach 4000 upvotes.

Click here to view your Board
If you no longer want to receive notifications, reply to this comment with the word STOP

Support SteemitBoard's project! Vote for its witness and get one more award!

Coin Marketplace

STEEM 0.30
TRX 0.12
JST 0.034
BTC 63799.64
ETH 3130.40
USDT 1.00
SBD 3.97