ZİHNİMİN ABUK KUŞUNDAN SABUK ÖTÜŞLER – 13

in #tr5 years ago

Zak13-2.jpg


Peri ile tekrar karşılaşmamın ve aynı gün onu kaybetmemin üzerinden 5 ay geçmişti ama süregelen ve çeşitlenen sıkıntılar geçmemişti. Öyle zamanlar ki; sanki akciğerlerime yerleşmiş ve ihtiyacım olan havaya haciz koyan arsız yaratıklar varmışçasına soluk aldırmıyordu. Zihnimin duvarları arasında oradan oraya seken kaygılar bir türlü çıkışa denk gelemiyorlardı. Yarattıkları titreşimler ise naçiz bedenimde bir elektrik sinyali gibi dolaşıyorlar ve gamsız bütün organlarımı da ayrı ayrı kaygılara sürüklüyorlardı. Kafamı toparlamalıydım lakin tam yeni bir sayfa açmaya cesaret göstererek ayaklanmaya çalıştığım anlarda, memleketin ve dünyanın her bir yanından gelen felaket haberleri tüm dengemi bozmak için yeterince yeterliydiler.

Kendi küçük dünyama dönerek, toparlanmaya yönelik sarf ettiğim tüm gayretlerimin hemen başucunda hazır bekleyen inatçı bir “fakat”; iyi bir asker gibi görevinin hakkını veriyordu. Evet, bu “fakat”; benim içerisinde bulunduğum süreç ve ortamda, yeni bir inşa planı yapabilecek kalibrede olmadığımı bağırıyordu.

Epeydir cereyan etmeyen sevgili aksiyonlarımın da uğramama konusunda sürdürdükleri istikrar, memleket ekonomisini kıskandırma yolunda sağlam adımlarla ilerliyordu. Yüklendiğim yeis kocaman bir hale bürünmüştü. İnsanoğluna musallat bir virüs ’ün pandemik hezeyanları arasında sıkışan dünyanın basit bir parçası olduğumu fark etmiş olmak ve çözümlere dair çaresizlik beni evin salonunda, bir çocuk gibi yemek masasının altına sığınmaya itmişti. Tüm sorumluluklardan ve problemlerden kaçmanın yoluydu çocuklaşabilmek.

Kendine özel kapalı bir alan yapıp, içerisinde oynamak; bir çocuk için yetişkinlerin kurduğu dünyadan kaçışın sevimli yöntemlerinden biri olsa gerek. Minderlerden, sandalyelerden yapılan bir çadır/ev ‘in içinde koskocaman tertemiz bir dünya yaratırlar. İşte ben de, kanepe yastıkla uğraşmaktansa çok daha kolay yoldan masanın altına girmeyi seçmiştim ve orada kendime yeni bir dünya yaratmaya çalışıyordum. Günlerce, yanımda kızımın oyuncaklarından bir kısmı ile beraber bu masanın altında yaşıyordum. Özellikle irice Sünger Bop pelüşü en yakın arkadaşım olmuştu. Bu sayede peşimden koşan bütün olumsuzlukları ters köşeye yatırıp, keskin bir dönüş yapacağım noktayı bulmaktı gayretim.

ZAK ayracı.jpg

Yetersiz bir uykunun kaçıncı tekrarı olduğunu bilmediğim sabahlardan bir sabah, yine masanın alt yüzüne gözlerimi açtığım günlerdendi. Masanın altına kurşun kalemle çizdiğim ve pastel boyalarla boyadığım çarpık çurpuk resimle yüzleşiyordum. Nedense bir türlü güneş çizmeye gitmemişti elim fakat o sabah güneşin eksikliğinden rahatsız olmuştum. Elime bir kalem aldım, güneş için güzel bir yer beğendim ve kırmızıya boyadım. Çizdiğim güneş sanki gerçekmiş gibi baktıkça gözlerimi sulandırdı ve başımı ağrıttı. Biraz temiz hava alma ihtiyacı hissettim ve masanın altından çıkarak, hemen yan tarafında duran pencereyi açtım. Gökyüzüne bakarak derin bir nefes çektim ve sonra günün ilk uzun oflamasını sergiledim. Gökyüzü henüz ağarıyordu ve güneş görünmüyordu. Zaten kara bulutlar da gökyüzünün daha fazla ağaramayacağına işaret ediyordu. Bu durum canımı sıktı ve hemen masanın altındaki sığınağıma girmeye karar verdim. Fakat arkamı döndüğümde karşımda duran Sünger Bop dur işareti yaparak girişi tıkamıştı. Ayaklanması ve engellemesi yetmiyormuş gibi, afallamamdan faydalanarak konuşmaya başladı.

dialog2.jpg Yeter! Artık buraya geri dönemezsin. Masa altı terapisinde sana ayrılan sürenin sonuna geldin. Şimdi büyüme zamanı. Gerçeklerle yüzleşmen gerekiyor ki kendini bulabilesin.

dialog2.jpg Senin sadece ben o masanın altındayken konuşman gerekiyordu ama şu anda masanın altında değilim. Yani senin de konuşamaman gerekiyor. Böyle yaparak sen gerçeklere karşı geliyorsun. Çekil önümden, hatta yere yığıl da seni alıp içeri gireyim.

dialog2.jpg Üzgünüm ama buna izin vereceğimi sanman çok romantik. Burada kendini sıfırlaman için elimden geleni yaptım ve bekledim. Bence sıfırladın ama kabullenmek ve sıfırın ile yüzleşmek gibi bir niyetin yok senin.

dialog2.jpg Yorma beni sarı süngerim. Gel hadi girelim şu masanın altına da biraz yengeç burger falan yiyelim. Ne dersin?

dialog2.jpg Hayır! Sıfırınla yüzleş.

dialog2.jpg Hangi sıfırımla yüzleşeyim? Yeterince sıfır barındırıyorum hayatımda zaten. Daha ne kadar yüzleşebilirim?

dialog2.jpg Tüm diğer doğal sayılardan kaçmalısın ve sıfıra koşmalısın. Sen hala sıfırdan kaçmaya çalışıyorsun.

Daha fazla bir pelüşün saçmalamalarına katlanamayacaktım. Bir anda masanın üzerinde duran makasa elim gitti ve Sünger Bop ’a saplayıverdim istemsizce. Gökleri çatlatan çığlığın ve suratıma tazyikle püsküren kanın; sanatın çeşitli disiplinlerini temsil ettiklerini varsaymak istedim ama olmadı. Şok, pişmanlık ve korkuyu harmanlayacak bütün hormonları salgılamıştı beynim.

ZAK ayracı.jpg

Sünger Bop, yerde ölmüş bir şekilde yatıyordu. Bir an pencereden aşağı atarak ortadan kaldırma fikrine yakınlaşsam da birilerini göreceği korkusu beni engelledi. Eğilip kucağıma aldım ve sarıldım. Sonra masanın altına girip öylece uzandım fakat kızımın annesine seslenerek uyandığını anladığımda telaşa kapıldım yeniden. Oyuncağını bu şekilde öldürdüğümü görmemeliydi. Apar topar evden çıktım ve yakındaki ormana doğru yürümeye başladım. Ormanda bir yere gömebilirdim. Kızım oyuncağını evde bulamayıp sorarsa; bilmediğimi söyleyerek, oyuncaklarına iyi bakmadığı ve her şeyi kaybettiği yönünde söylemlerle babalık da taslayabilirdim.

Ayağımdaki terliklerle ormana doğru adımlarımı hızlandırırken, aklıma katil olmadan hemen önce geçen diyaloglar geliyordu. Tüm diğer doğal sayılardan kaçıp sıfıra koşmam gerektiğini söyleyerek ne demek istiyor olabilirdi acaba?

Yol boyunca zihnimi bir takım sıfırlı düşünceler işgal etmişti.

“Yıllarca yanı başımdan hiç ayrılmayan sıfırı görmezden gelmenin tedavisi gibi çoklu sıfırlarla yüzleşiyor olmamın bir sebebi olmalıydı. Sıfırın acıtmasıyla bunları düşünmek ne kadar samimi olur bilemiyorum fakat sıfırın bu samimiyeti aramadığı da aşikâr. Bütün umutlar kocaman bir yalanken hep bir umudun peşinden gidiyoruz. Gerçeklere dönmek için ancak umutlarımızın gerçeklere çarparak gerçekleşmesi gerekiyor. Tabi ya, sıfır gerçeğin ta kendisi ve her şeyin başlangıç noktası, gerçek olan ise sadece başlangıçlar; sonra gelen her şeye bir yalan bulaşmış. Sıfır gerçeğin ta kendisiyken, diğerlerinin de büyüklükleri miktarlarda yalan olduklarını haykırıyormuş sessizce. Ara ara çarptıklarını sıfırlamasıyla kendini hatırlatıyormuş meğerse ama ben bunu neden hiç fark edemedim?

Dört yasalı termodinamiğin, dört numaralı yasasının olmayışı; gözlerden kaçırılan sıfırın kudretine işaret etmiş olsa da, sıfırı başka doğal sayılar olmadan sevebilmeyi ihmal etmeye bir isyanmış sıfırın çarptığını sıfırlaması.

Gerçeğin çarptığı her yalan gerçeğe dönüşüyor ve bütün umutlar illaki sıfıra çarpıyor. Aslında bize düşen, geri kalan tüm doğal sayılardan kaçmak ama koşarak yine onların kucaklarında bir yer arıyoruz kendimize.“

ZAK ayracı.jpg

Tüm bu düşünceleri kafamda genişletmek istesem de bir sonuca varamadan ormana varmıştım bile. Bunlarla vakit kaybetmeyip, şu süngerden cesedi bir yere gömmeliydim. Ormanın ortalarına kadar ilerledim ve uygun gördüğüm bir noktada durdum. Yanıma kazıcı bir alet almayı akıl edemediğim için; ellerimle toprağı kazmaya çalıştım. Çok az kazabilmiştim ve ellerim kanamaya başlamıştı. Böyle olmayacaktı, başka bir çözüm bulmalıydım. Ormanın yanı başındaki göl aklıma gelmişti; süngeri bir taşa bağlayıp göle bırakabilirdim. Keşke bunu daha önce düşünseydim diye hayıflanarak göle doğru ilerlemeye başladım. Ne kadar ilerlersem ilerleyeyim, pek de büyük sayılmayacak şu ormanda bir türlü göle ulaşamıyordum. Sanki yürüdükçe aynı yerlerden geçiyor ve kendimi ormanın ortasında, başladığım yerde buluyordum. Artık iyice yorulmuştum. Başlangıç noktasına yeniden geldiğimde; yere oturup sırtımı bir ağacın gövdesine dayadım. Vazgeçip eve dönmeyi, Sünger Bop’u da orada öylece bırakmayı düşünürken; hemen karşımda gözüme bir kürek ilişti. Etrafa bakındım ve küreğin az ilerisinde kazılmış bir çukur olduğunu fark ettim.

Başka birileri buraya bir ceset gömmek için kazmış olmalıydı ama çevrede kimse görünmüyordu. Yine de ihtimaller beni tedirgin etmeye yeterliydi. Bir ağaca tırmanarak gelen giden var mı diye izlemeye koyuldum. Yaklaşık bir saat olduğunu düşündüğüm süre boyunca ağacın tepesinde ter döktüm ama gelen de giden de olmamıştı. Kendimi daha güvende hissedebiliyordum artık. Ağaçtan inerek; son günlerde benim için bir dost haline gelmiş Sünger Bop ile vedalaşmaya hazırlandım.

Çukurun başına geçtim ve son bir kez kollarımın arasında sımsıkı sarıp öptüm onu. Sonra tek elimle kuyunun üzerinde havaya kaldırdım. Öylece çukura bırakıp hızlıca eve dönmeliydim ama ellerim titriyordu, yapamıyordum. Sünger Bop’u yere bıraktım ve çukura önce kendim girerek sıfıra dair düşüncelerimi biraz daha gözden geçirmenin iyi olabileceğini düşündüm. Hem de biraz dinginleşebilirdim.

Çömelerek yavaşça çukura atladım. Ellerime yapışan toprağı silkeleyerek sırt üstü uzandım. Bakışlarımın gökyüzüne ulaştığı yerde ağaçların yaprak ve dalları vardı. Aralarında bıraktıkları boşluktan kapkara bulutları görebiliyordum. Dikkatli bakınca; manzaramın değiştiğini fark ettim. Bulutların arasından kıpkırmızı bir güneş kendini göstermeye başlamıştı. Gözlerimdeki basiret gittikçe artıyordu ve gökyüzünde bir resme dönüşüyordu. Bu resim; evde masanın alt yüzüne çizdiğim resmin son hali ile birebir aynıydı. Heyecana kapılarak, çukurdan çıkma amacıyla doğruldum. Açıkçası, inerken nasıl çıkacağımı hiç düşünmemiştim. Dışındayken çukur boyumdan kısa görünüyordu. Şimdi ise çıkmak için olduğum yerde zıplayarak, yüzeydeki toprağa tutunmam ve kendimi yukarı çekmem gerekiyordu. İlk zıplamam kötü bir denemeydi ama ikinci zıplamam daha da kötü bir denemeydi ki tutunamadım. Üçüncü zıplayışım ise tutunabilmem için yeterli olmuştu. Kendimi yukarı doğru çekmek için çok uğraştım. Tam sağ ayağımı yukarı atabilmişken toprak yıkılıverdi. Beraberinde ben de sırt üstü çukurun içerisine yıkılmıştım. Toprak ise örtecek birini bulmanın coşkusuyla üzerime dökülmeye devam ediyordu. Sıkışmıştım ve üzerimde toprağın ağırlığı birikmişti. Ağzım ve gözlerim toprakla dolmuş; her yer kararmıştı bile. Hissedebiliyordum, çukur tamamen dolmuştu. Rızıklarının kokusunu hızla alan böceklerin de hiç gecikmeden üzerimde keşif turlarına çıktıklarını anlamam pek zor olmadı.

ZAK ayracı.jpg

“Al işte koskoca bir sıfır oldum. Başlangıç noktasına hoş geldiniz diyecek kimseler bile yok! Beyni bile olmayan bir süngerin uydurduğu sıfır felsefesi ile kafayı sıfırlarsan, böyle ölüme koşarsın işte. Geri zekâlı! Ne zaman öleceğim acaba? Hala düşünebiliyorum ama nefes almıyor olmam lazım. Böyle beklemek de boşu boşuna bir deneyim. Kimseye anlatma imkânım bile olmayacak. Sünger Bop da dışarıda kaldı, hâlbuki onun burada olması lazımdı. En azından masanın altında geçirdiğimiz günlerdeki gibi yanımda olsaydı ya şu toprağın altında.

Acaba ölmüş olabilir miyim? Hala düşünebiliyorum. Belki de ölüm, düşünme özgürlüğümüzü elimizden almıyordur. Bak işte böyle bir şey varsa; bunu insanlara anlatabilmeliydim ama giden geri dönmüyor, geri dönse de kimse inanmaz zaten. Neyse, görmem gereken bir ışık olmalı. Ben en iyisi ona yoğunlaşayım çünkü tamamen boş düşünüyorum. Olsun be; boş da olsa özgürce düşünebilmek güzel şey. Ne demiş atalarımız; sıfıra sıfır elde var sıfır. Hem de pamuksuz sıfır. Herkese nasip olmaz. ”

Toprağın altında, boş boş düşünce diyalogları kuruyordum kendimle; zaten yapabileceğim başka bir şey de bulunmuyordu. Meşhur ışıktan da eser yoktu ama boş düşünmelerden o kadar yorulmuştum ki – demek ki orada da yorulunabiliyormuş – artık ışığı görmek için zorluyordum kendimi. Sonunda başardığımı düşünmeme sebep olan bir şimşek çaktı toprağın altında.

Beynimde hissettiğim yüksek elektrik akımları, tüm vücudumu sarmaya başlamıştı. Üzerimde dolaşan böceklerin yanma kokularını hissedebiliyordum. Bunun beklediğim ışık olmadığını ve uzun süredir pasif kalmış beynimdeki çipin daha güçlü bir şekilde aktif olduğunu o an anlamıştım.

Gittikçe güçlendiğimi hissediyordum. Gözlerim açık olmamasına rağmen, üzerimdeki toprağın dışını ve hatta gökyüzündeki kırmızı güneşi görebiliyordum. Harekete geçmek için doğru zamanı beklemeliydim. Önce olduğum yerden toprağın altını taramaya başladım. Gömülü başka insanlar olduğunu hissedebiliyordum. Sağ çaprazımda yaklaşık 150 metre ileride yatanın Einstein olduğunu algıladığımda, hemen diğerlerini de aramaya başladım. Varlıklarını özlediğim ve hatta kendilerine kırgınlık beslediğim tüm ekibin bu ormanda gömülü olduğunu anladığımda, Sigma beyinlerin çok sinsi oyunların peşinde olduklarını düşündüm. Bu düşünce beni büyük bir öfkeye doğru fırlattı. Olduğum yerden yukarı doğru güçlü bir hamle gerçekleştirebilmiştim. Üzerimde bulunan toprağı delerek yeniden yeryüzüne çıkmıştım. Gökyüzü yeniden karamış, güneş yine kaybolmuştu ama ruhum bu kasvet ile ilgilenmemişti. Burnumdan saçılan kıvılcımlar ile ekibin gömülü olduğu noktalara gidiyordum.

ZAK ayracı.jpg

Artık toprağa hükmedebiliyordum. İstediğim yerde toprağı tek bir hareketimle fırlatıp bir kenara atıyordum. Bu şekilde açacağım ilk koordinattan, Einstein’ı çıkartmak umudu; beni sabırsızlığa sürüklüyordu. Kaburgalarından ses getirecek şekilde kendisine sarılıp, özlem gidermek niyetindeydim. Fakat açılan toprak umduğumdan başka bir şey barındırıyordu. Çocukluğum karşımdaydı. Koşarak kaçtım oradan ve başka bir noktada toprağı açtım. Yine beklentilerimin yerinde çocukluğumla yüzleşiyordum. Oracıktan da hızla kaçıverdim ve başka bir koordinattan boşalttığım toprağı hızlıca fırlatıverdim. Oradan da çocukluğum çıkınca artık toprağın altına bakmak istemedim. Ormanda uzaklaşmak için hızlıca kaçıyordum fakat peşimden koşmaları yetmiyormuş gibi, geçtiğim her yer seri bombardıman altındaymış gibi toprak patlamalarıyla beraber çocukluğumu püskürtüyorlardı.

Gülen çocuk, ağlayan çocuk, korkak çocuk, mutlu çocuk, kibirlenen çocuk, üzülen çocuk, yarışan çocuk, sevilen çocuk, dışlanan çocuk, seven çocuk, hava atan çocuk, bakkaldan gofret çalan çocuk, … Her yerde çocukluğum koşturmaya başlamıştı.

Arkama bakmamak yetmiyordu, gözlerimi tamamen kapayarak insanüstü bir hızda koşuyordum; ta ki önüme çıkan bir ağaca sert bir şekilde çarpana kadar. Hızlı çarpmanın etkisiyle kafamı ağacın gövdesine çarpmıştım. Bedenen ve ruhen ağır bir sarsıntı geçiriyordum. Yere yığıldım ve olduğum yere uzandım. Bütün çocukluklarım yetişerek başıma üşüştüler. Sayamayacağım kadar çok olmalarına rağmen, her biriyle göz göze gelmiştim. Nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum. Belli ki onlar da bilmiyordu. Tepkisiz bakışmalarla donup kaldığımız süre, az ilerde toprağın son ve en büyük patlamasıyla son buldu. Hepimiz patlamanın olduğu yöne doğru merakla bakındık. Bu sefer topraktan çıkan çocukluğum değildi. Annemin duasıydı. Büyük bir ses dalgası olarak gökyüzüne ulaşıyordu ve kara bulutları bir kenara itiyorlardı. Bulutlar çekildikçe gökyüzünden güçlü bir ışık sızıyordu. Çocukluklarım teker teker ışığa doğru ilerlemeye başladılar ve ışığın içerisinde kayboldular. Ben ise o sırada huzurlu bir şekilde uykuya dalmıştım.

ZAK ayracı.jpg

Gözlerimi açtığımda klişeleşmiş bir ortamda buldum kendimi. Bir hastane odasında, yatakta uzanıyordum. Hemen yanımda yüzünde maskesiyle karım oturuyordu. Gözümü açtığımı görünce beklemeden söze girdi;

dialog2.jpg Adam, yine neyin peşindeydin sen?

dialog2.jpg Ne oldu, siz beni nasıl buldunuz?

dialog2.jpg Polis haber verdi bize.

dialog2.jpg Polis mi? Polis mi bulmuş beni?

dialog2.jpg Zaten polisten kaçıyormuşsun.

dialog2.jpg Polisten niye kaçayım? Saçmalama rica ederim. Duyan da bir şey yaptık zannedecek.

dialog2.jpg Hafızanda mı gitti acaba? Sokağa çıkma yasağı varken sokağa çıkmışsın sabah sabah, polisi görünce de ceza yazmasın diye kaçmaya başlamışsın. Onlar da seni ormana kadar kovalamış. Ormanda bir çukura düşmüşsün ve kafan çukurdaki taşa çarpmış. Seni hemen hastaneye getirmişler.

dialog2.jpg Bunları polisler mi anlattı?

dialog2.jpg Evet ya kim anlatacak? Hayır, anlamadığım, elinde de bizim kızın Sünger Bop pelüşü varmış. Onu niye sokağa çıkardın acaba? Yırtmışsın çocuğun oyuncağını, neyse dikeriz dedim de olay çıkarmadı.

dialog2.jpg Bilmem ki, o da evde daralmıştır diye düşünmüş olabilirim. Yazık hayvana. O polisler burada mı hala?

dialog2.jpg Merak etme, o cezasını çekti diyerek gittiler. Bak senin kendini bilmezliğin yüzünden, en kritik zamanlarda hastaneye gelmek zorunda kaldık.

Karımın hemen arkasında kızım da yüzünde maskesiyle, Sünger Bop’una sarılmış bir şekilde gülüyordu bana. Süngere de maske takmıştı.

dialog2.jpg Sıpa neye gülüyorsun bakayım?

dialog2.jpg Polis amcalardan biri giderken komik bir şey söyledi, ona gülüyorum.

dialog2.jpg Söyle de biz de gülelim kuzum.

dialog2.jpg Delileri önce çocuklar kovalar, sen de babanı kovala arada dedi.

dialog2.jpg Öyle dedi ha. Komikmiş gerçekten. Ben o polisi bir yerden çıkaracağım ya dur bakalım.

O esnada kapıdan içeri giren yüzü maskeli doktor, eve gidebileceğimizi söyleyerek göz kırptı. Doktorun bıyıklarının yukarı doğru, yüzündeki maskenin sağından ve solundan yanaklarına uzandığını fark ettiğimde gözlerimde yıldızlar parladı. Karıma döndüm;

dialog2.jpg Hadi hadi sayemde ailecek dışarı çıkmış olduk. Hiç boş yere söylenme. Şimdi eve gidelim de bir lahmacun yapalım. Sonra Instagram’da paylaşırız mis gibi ev lahmacunu diye.

dialog2.jpg Tamam yaparız ama önce anneni bir görüntülü ararsın gidince.

dialog2.jpg Ha bugün anneler günü değil mi ya, arayalım tabi.

dialog2.jpg Anneler günü tabii ama ondan ziyade; sen daha kendine gelmeden aramıştı. Gece boyu seni rüyasında görüp durmuş, sabah da erkenden uyanmış, geri uyuyamamış. Merak ettim dua ettim durdum, hayırdır inşallah telefonunu da açmıyor diye soruyordu. Ben de iyi olduğunu, gece çok geç uyuduğunu, hala uyuduğunu falan söyledim. Kadının içine doğmuş resmen başına iş açtığın. Sen yine de çaktırma, aklı kalır şimdi.

dialog2.jpg Yapma ya, nasıl görmüş acaba?

dialog2.jpg Çocukluk hallerini görmüş sanırım. Hadi neyse kalk da gidince ararsın kendi anlatır.


Story & Image Copyright: OTahirZGN
ZAK000.png

Sort:  

uzun zaman olmuş ve ben yine özlemiştim de satırları okurken bunu daha da çok fark ettim..

masanın altına girip kenarlardaki boşlukları büyük koltuk minderleriyle kapattığımız o çocukluk günleri ne güzeldi keşke oradayken zaman dursaydı, günümüzü hiç böyle hayal etmemiştik:/

Toprak ise örtecek birini bulmanın coşkusuyla üzerime dökülmeye devam ediyordu.

hikâyenin sonu bizim için tatlı bitti, aklıma haberlerdeki kaçan insanlar geldi:))

burada olmana sevindim🙋‍♀️

🤗çok teşekkürler, bir şeyler yazmış olmak ve seni görmek çok güzel @sudefteri.

güzeldi keşke oradayken zaman dursaydı, günümüzü hiç böyle hayal etmemiştik:/

😔 keşke dedirtiyor gerçekten de.

hikâyenin sonu bizim için tatlı bitti

Kötü bitseydi Sünger Bop'a haksızlık olurdu, zaten öyle bir hikayede oynamayı kabul etmezdi sanırım. 😜

🌺🌺🌺

Loading...